Bu blog Emeğin Yoldaşlığına ; Çokluğun emeğinin arşivlenmesine bir katkı olsun diye, HERKESİN,AMA HİÇKİMSENİN şiarıyla var...İSYAN,KOMÜN,ÖZGÜRLÜK...
DUYGULANIYORUM,ÖYLEYSE VARIM...

Bu Blogda Ara

Spinoza

Spinoza'dan Neşe ve Keder olarak yapılan çeviriye karşı ;Cüret ve dumur kavramlarını öneriyoruz...

Hayat Akıyor...

İsyan Büyütür...

İsyan Büyütür...

5 Aralık 2008 Cuma

Emek-değer: Postmodernde kriz ve problemler:
Antonio Negri


1. Marksist gelenekte değer teorisi iki biçim altında verilidir: Birincisi, bütün metalarda mevcut olan emeğin, bütün üretim etkinliklerinde ortak olan mahiyetin, yani soyut emeğin teorisidir. Bu perspektife göre, her türlü emek soyut emeğe indirgenir. Ki bu da, emeğin belirlenmiş zamanlarda alabileceği bütün tikel biçimlerin ardında, toplumsal ihtiyaçlar temelinde bir kullanımdan diğer bir kullanıma geçebilen ve de önemi ve gelişimi son tahlilde toplumdaki zenginliğin üretilme kapasitesine dayanan topyekün/toplamdaki (globale) toplumsal emek gücünün olduğunun açıkça görülmesini sağlar. Marksizm bu niteliksel tasavvurdan, emeğin değerinin ölçümü problemi etrafında merkezileşen niceliksel bir kavrayışa geçer. “Emeğin büyüklüğü, belli bir mal ile bunun üretilmesi için gerekli olan toplumsal emek zaman bütününün parçası arasında var olan bir ilişkiyi gösterir” (Sweezy) ve bu “basit emek” birimiyle ifade edilebilir. Değer teorisinin asıl işlevi büyüklük olarak değer tanımından gelir. Ortaya koyduğu sorunsal, emek gücünün, meta üreticileri toplumunda yer alan farklı üretim sektörleri arasında dağılımını düzenleyen yasaların araştırılması olmuştur. Modern bir ifadeyle söylersek, değer yasası, özünde, başlangıçta basit meta üretimi için geliştirilmiş ve daha sonra kapitalizme adapte edilmiş bir genel denge yasasıdır (Sweezy). Değer yasasının temel işlevlerinden birisi, meta üreticisi olan bir toplumda, işlerin yürütülmesinde merkezileşme ya da koordinasyon olmasa bile, durumun salt ve basit bir kaostan ibaret olmadığını, bir düzenin var olduğunu açık bir biçimde göstermektir. Bütün bunların nasıl meydana geldiğini ve bundan doğan sonucu açıklamak, değer yasasının işlevidir. O halde değer yasası; kapitalistlerin, rekabet, birbirlerine uyguladıkları baskı, yaptıkları ahmakça hatalar ve sonunda sebep oldukları yıkımlarla pazar üzerinde körü körüne gerçekleştirdikleri operasyonlara bir rasyonellik kazandırır. Değer yasası, rastlantısal dalgalanmaların yarattığı kargaşanın ortasında, toplumsal dengenin korunması anlamına gelir (Sweezy). Bundan da, üretken etkinliğin dağılımının bilinçli bir kontrol altına alınabildiği yerde, değer yasasının önemini yitireceği sonucu çıkar. Burada artık planlama yasası yerini alabilir. “Planlama teorisi, sosyalist bir toplumdaki iktisadi düşüncede, değer teorisinin kapitalist bir toplumda sahip olduğu konuma sahip olmalıdır” (Sweezy). Walras da bundan farklı düşünmez.

2. Bununla birlikte Marx’ta emek gücünün değer yasası olarak, ikinci bir değer yasası biçimi mevcuttur. Bu ikinci değer yasası neye dayanır? Emeğin değerini, bir denge figürü olarak değil de antagonist bir figür, sistemdeki dinamik bir kopuş öznesi olarak görmeye dayanır. Marx’ın bütün eserlerinde, hem teorik “duraklama” denilen dönemin öncesinde hem de sonrasında, emek gücü kavramı, üretime, değer yasasının işleyişinden görece bağımsız bir biçimde değer katan bir öğe olarak gözetilir. Bu demektir ki değer birimi, öncelikle, sistemin sabit bir niceliği olmayıp dinamik bir öğesi olan “gerekli emek” ile ilişkisi içinde tanımlanır: Tarihsel olarak nitelendirildiğinde, gerekli emek, işçi sınıfının mücadeleleri tarafından belirlenir, öyleyse ücretli emeğe karşı verilen mücadelenin, işi sahip olduğu sefaletten çekip alarak dönüştürme çabasının ürünüdür. Böylece değer yasasını kapitalist sistemin denge yasası olmaktan çıkarıp, tam tersine bu sistemin yapısal bir dengesizlik motoru haline getiren ikinci bir bakış açısı daha ortaya çıkmış olur. Bu perspektife göre, değer yasasını dengenin yapısal krizini tetikleyen bir öğe olarak, artı-değer yasasının bir parçası olarak düşünmek gerekmektedir. Değer yasası kapitalist gelişimin bütününe uygulandığında, krize yol açar
–sadece dolaşım ve oransızlık krizi (bu türden krizler yeniden sistemin dengesiyle bağlantılandırılabilir)- değil, mücadelelerinin, döngünün öznel dengesizliğinin, isteklerin, yani öznelerin ihtiyaç ve arzularının artışını zaptetme olanaksızlığının başlattığı bir krize. Bu bağlamda değer/artı-değer yasası, mücadelelerin diyalektik yasası olarak, kapitalist gelişim döngüsünün hem sürekli yapısızlaşması ve hem de sürekli yeniden yapılanması –ve aynı zamanda da dönüştürme gücü olarak işçi sınıfının bileşimi ve yeniden bileşimi yasası biçiminde ortaya çıkar.

3. Bu iki değer yasası biçimi, Marx’ın eserlerinde birbirinden farklı bir biçimde ortaya çıkar, farklı bir biçimde dile gelir. Birincisi, özellikle, İkinci ve Üçüncü Enternasyonel arasındaki dönemde birbirini takip etmiş olan farklı (fakat homojen) ekoller tarafından geliştirilmiştir. İkinci değer/artı-değer yasası ise, heteredoks olan devrimci Marksizm tarafından geliştirilmiş ve özellikle de 1960-70 yıllarındaki İtalyan İşçicici hareket tarafından etüd edilmiş, derinleştirilmiş ve uygulanmıştır. Değer yasası bu ikinci biçim altında da, diyalektik yapısını hep korumuştur. Benim burada ileri sürmek istediğim tez, birinci değer yasası biçiminin sönümlendiği ve ikincisiyle birleştiğidir. Fakat, ki bu çok önemlidir, bu birleşmeyle birlikte, değer yasası, tanımın diyalektik gerçekliğini ve yapısını kesin bir biçimde aşarak kökten yenilenmiştir.

4. Birinci değer yasasının sönümlenişi, kendi iç çelişkilerinin derinleşmesi yoluyla olmuştur. Bu biçimin birinci çelişkisi “sabit emek” ile “nitelikli ya da karmaşık emek”i karşı karşıya koymaktır. “Nitelikli ya da karmaşık emek”, ölçü birimi olarak görülen “basit emek”in bir çarpanına indirgenemez. Bu suretle, nitelikli emeğin en yüksek kullanım değerinin, yani onun en yüksek üretkenliğinin, yarattığı ürünü açıklayacak yerde, bu ürünün değerinin bir sonucuymuş gibi göründüğü bir paradoks hasıl olur. Bahsettiğimiz birinci değer yasası biçiminin ikinci çelişkisi ise “üretken emek” ile “üretken olmayan emek”i karşı karşıya getirmek olmuştur. Diğerinin tersine, sermayeyi üreten emek üretken emektir. Fakat bu tanım, böyle bir üretkenlik kavramı, genel olarak üretken güç kavramı açısından tümüyle indirgemecidir. Aslında genel olarak üretken emek (ki bu sermayede içerilen emekten her zaman daha fazladır), bir araya getirdiği basit emek birimlerinin biçimsel niceliklerine göre tanımlanmaktan ziyade, elbirliğine [coopération] girişiyle tanımlanır. Emeği üretken kılan elbirliğidir ve bu elbirliği üretiçi güçlerin geliştiği ölçüde artar. Birinci değer yasasının üçüncü çelişkisi ise entelektüel ve bilimsel emek gücünün üretken emeğinin, ne basit emekler toplamına ne de ne kadar karmaşık olursa olsun elbirliğinin kendisine ingirgenemez oluşunda yatar. Entelektüel ve bilimsel emek yaratıcılığı ifade eder. Bundan böyle bu çelişkiler reeldir, yani artık sadece sistemin mantığının çelişkilerini temsil etmez: Kapitalizmin, çelişkilerin somut aşılmazlıklar (aporia) haline geldiği gelişim düzeyini izlerler. Demek ki basit elbirliği aşamasına denk gelen basit emek ile karmaşık emek arasındaki ayrım manüfaktür aşamasında nasıl uygulanamaz (aporetic) hale gelmişse, manufaktür aşamasına denk gelen üretken emek ile üretken olmayan emek arasındaki ayrım da büyük sanaii aşamasında uygulanamaz (aporetic) hale gelmiştir. Keza entelektüel ve bilimsel emeğin üretken gücü de sanaii sonrası günümüz döneminde, diğer her türlü üretken gücün ötesinde, hegemonik hale gelmiştir. Şurası açıktır ki kapitalizmin bu evrimi ölçüsünde, değer yasasını ekonomik sistemin toplam üretkenliğinin ölçüsü ve onun denge normu olarak görmek artık mümkün değildir.

5. Birinci değer yasasının sönümlenişini, farklı bir bakış açısından, iki değer yasası biçiminin yakınlaşması olarak değerlendirebiliriz. İkinci değer yasası biçiminde, emek gücünün kullanım değeri, kapitalist sistemin gelişim dinamiğinin belirleyici faktörü olarak görülür. Bu da, çeşitlerinin göreli bağımzlığı boyunca, toplam emek gücünün sermayeyi sürekli olarak sömürüyü yeniden örgütlenmek, üretkenliği sürekli yoğunlaştırmak, tahakkümünü sürekli arttırmak zorunda bıraktığı anlamına gelir. Birinci süreci (yoğun bütünleşme) kapitalizmin, üretken yapının organik bileşiminin daha yüksek aşamalarına doğru (mutlak artı-değer elde edilmesinden göreli artı-değer elde edilmesine doğru) ilerleyiş evrimi karakterize eder. İkinci süreci (tahakkümün her yere yayılışı) kapitalizmin biçimsel boyunduruktan, toplumun sermaye altında gerçek boyunduruk altına alınışına geçiş evrimi karakterize eder. Öyleyse ikinci değer yasası biçimi, sermayenin, emek gücünün kullanım değeri ile kapitalist boyunduruk altına alma süreci arasındaki diyalektik tarafından yönetilen, bir tür doğal tarihinin oluşmasına sebep olur. Bu, kapitalist gelişimin bağrında, kullanım değerinin sermaye tarafından maksimum (yoğun ve yaygın) bütünleştirlmesi aşamasına kadar emeğe göreli bir bağımsızlık tanıyan kötü bir diyalektiktir. Bu, emek gücünün kullanım değerinin evrimini, değişim değerinin evrensel yayılışının mihenk taşı haline getiren kötü bir diyalektiktir. Fakat emek gücünün kullanım değerinin dıştan değen (eksojen) bütün boyutları değişim değerine ingirgenir indirgenmez, değer yasası nasıl hâlâ varlığını koruyacak ve nasıl bir geçerlilik taşıyacaktır?

6. Bu iki değer yasası biçiminin yakınlaşması ve sönümlenişini başka bir açıdan da ele alabiliriz. Temel olarak değer kavramı, üretkenliğin zamansal ölçüsü olarak anlaşılır. Peki zaman, hangi biçim altında, toplumsal emeğin üretkenliğinin ölçüsü haline gelebilir? Eğer toplumsal emek bütün yaşamı kaplıyorsa ve toplumun bütün alanlarını kuşatıyorsa, zaman içerildiği bütünlüğü (totalité) nasıl ölçebilir ki? Gerçekten de bir totolojiyle karşı karşıyayız. Emek sürecindeki (elbirliksel [kooperatif], entelektüel, bilimsel) niteliksel farkı ölçmedeki muktedirsizliğini gözler önüne serdikten sonra, değer yasası, yaşamın bütünlüğü ile, yaşamın ondan dokunduğu zamanın bütünlüğü arasındaki bir ayrım tesis etmedeki muktedirsizliğini de de gözler önüne serer. Yaşamın zamanı tümüyle üretim zamanı haline geldiğinde, ne neyi ölçecektir? Değer yasasının ikinci biçim altındaki gelişimi, üretken toplumun sermayede gerçek boyunduruk altına alınışına varır: Sömürü bu boyuta vardığında, bu sömürünün ölçümü imkansız hale gelir. Bu artık hem birinci hem de ikinci değer yasasının sönümlenmesi demektir.

7. Değer yasasının sömürüyü artık ölçemeyeceği olgusu, sömürünün ortadan kalktığı anlamına gelmez. Ortadan kalkan şey, sadece değer yasasının diyalektik biçimidir, yani basit niceliksel öğelerin eşdeğerliği biçimi, sürecin ölçüm biçimi, gelişim yapısının biçimidir. Değer yasası artı-değer yasası olarak ve böylece hukuki norm, politik yasa, komuta ve/veya kapitalistik boyunduruk altındaki toplumun kontrolü olarak var olmaya devam eder. Öyleyse sömürü her türlü ekonomik ölçümün dışına atılmıştır. Bu sömürünün ekonomik gerçekliği ise sadece politik olarak sabitlenmiştir. Sömürü, amacı kapitalist komutanın devamı ve yeniden üretimi olan toplumsal yeniden üretim süreciyle bağlantılıdır. Ölçü kavramı, zayıflamaktadır, ölmektedir: kapitalist sistemin yeniden üretimi, toplumun ve toplumun barındırdığı farklı kesimlerin disiplin altına alınış ve/veya denetleniş seyirlerine göre düzenlenir. Bu da demektir ki, gerçek boyunduruk toplumunda emek gücünün ve çalışma gününün maddi kuruluşu, ancak emek gücünün politik olarak organize edilmesinden, politik kuruluşundan başlayarak içerilebilir, yönetilebilir. Sermaye, gerçek boyunduruk toplumu üzerindeki iktidarını, ancak politik biçimler (parasal, finansal, bürokratik, yönetimsel) altında uygulayabilir. Üretim üzerindeki komutasını ise, iletişim üzerinde komuta uygulayarak gerçekleştirir. Bu da, üretim yönetimi uygulamalarından bağımsız bir üretim teorisinin, her şeyin üzerindeki komutadan bağımsız bir toplumsal emek organizasyonu teorisinin, iş günü teorisinin artık mevcut olamayacağı anlamına gelir.

8. Öyleyse, diyalektik yasa (ölçünün yasası) olarak değer yasası kesinlikle içerden infilak etmiştir –fakat sömürü devam eder. Diyalektiğin yokluğunda, kapitalist mantık gelişim bir işlevi olmaktan çıktıkça, kendi yeniden üretimini sağlama iktidarından başka bir şey olmamaya başladıkça, sömürü de o oranda vahşileşir ve akıl almaz hale gelir. Diyalektiğin sonu açıkça gösterir ki üretimdeki kapitalist işlev artık tümüyle bir parazittir.

Diyalektif form aşıldığından, değer teorisini olumlayıcı ve pozitif bir öznellik olarak yeniden tanımlamak mümkün müdür? Ya da artı-değer yasası, sömürü yasası nasıl yer değiştirirler ve antagonizmayı hangi yeni figür eline alır?

Burada, birçok cevabın olası olduğu ve bunlar arasından seçim yapma hakkına sadece devrimci pratiğin sahip olduğu ucu açık bir soruya nihai tek bir cevap vermeye kalkışmıyoruz. Düşünümün gelişebileceği farklı yollar bulmak ve tercih ettiğimiz sorunsalı belirtmek bizim için yeterli:

a) Değer yasasının diyalektik işleyişinin kopuşu ardında oldukça güçlü bir toplumsal düalizm bıraktığını vurgulayanlar vardır. Buna göre kopuş değer biçiminin yer değiştirmesini içermez, fakat değer yasasının gelişimine, bu gelişim üzerindeki kapitalist komutaya karşı alternatif bir pozisyonun ortaya çıkışını belirtir. Diyalektiğin sonu, kullanım değerini özgürleştirir. Ve antagonizma her zaman buradan çıkar; kullanım değeri, kendini değerli kılma ve exodus (çıkış) bu antagonizmanın biçimleridir.

b) İkincisi, değerin kuruluşu (değerin eski ölçülerinin dışına doğru) bir kez yer değiştirdikten sonra, yeni bir diyalektik harekete geçirilebilir. Birinci pozisyonda kopuşun yer değiştirmeyi göz ardı ettiği ölçüde, ikinci pozisyonda da yer değiştirme kopuştan o ölçüde kaçınır. Bu perspektife göre, antagonizma yeniden kapitalist gelişmeyi dayatan ya da şöyle söylersek kapitalist gelişimin rasyonel bir şekilde işçice yönetimini dayatan bir güç olarak ortaya çıkar. Diyalektik tarihsel sürecin yasası, emeğin gelişmesi/ilerlemesi olarak yeniden kuvvet kazanır.

c) Diyalektik sürecin kopuşu ile değer üretiminin yer değiştirmesinin bir arada olabileceği üçüncü bir pozisyon daha mevcuttur. Bu, kullanım değerini gerçek boyunduruğa içsel olarak, kendi kayıtsızlığında yeniden keşfetmek gerekiği anlamına gelir. Bu, ölçü-biçimin infilak etmesini takiben değer yasasının yer değiştirmesinin, tarihteki radikal bir yenilik olduğu anlamına gelir. Ölçü olarak zamanı yıkarak, sermaye kendi iktidar vakumunun dikayleşmesini dayatırken, bu sürecin içersinde ise zaman ve elbirliği ortak mahiyet olarak açığa çıkarlar. Kullanım değerinin kesenkes ortadan kalktığı yerde, gerekli emek totalité (bütünlük) haline gelir. Gerçek boyunduruğu üretimin, değerin yeni alanı haline getirmek, antagonizmayı heryerdeki (küresel) kolektif boyut olarak ortaya koymak demektir. Bu perkpektife göre, antagonizma güç olarak, kurucu güç olarak belirir. Değişim değeri, yeni öznelerin yaratıcılığnda, kullanım değeri olarak yeniden keşfedilir. Bizim tercihimiz bu sonuncudan, devrimci olan seçenekten yanadır.

4 Aralık 2008 Perşembe

İngiltere: Biyometrik kimlik kartlarına karşı direniş
25 Kasım 2008, Salı günü Britanya devleti biyometrik kimlik kartlarını, ilk olarak göçmenleri zorunlu kılarak dolaşıma soktu. Bu tarihten itibaren yabancı eşler ve Avrupa Kalesinden olmayan herkes öğrenci vizesi başvuru veya yenilemesi yaptırmak için başvurdğunda bir Birleşik Krallık Sınır Şube Merkezine uğrayarakparmak izi vererek polis sorgusundan geçecek. Daha sonra isimleri, fotoğrafları, ulusal kimlikleri ve göçmenlik durumlarının ve biyometrik bir çipte depolanan parmak izi ve dijital fotoğraflarının bulunduğu kimlik kartlarını alacaklar. Tüm bilgiler Birleşik Krallık Kimlik Hizmetleri veritabanında toplanacak. Önümüzdeki üç sene içinde AB dışından gelen diğer gruplar da aynı uygulamaya tabi tutulacak. Kartların maliyetinin 30 Pound olacağı ve tarihi geçmiş bilgileri güncellemeyenlere 1000 Pound ceza kesileceği açıklandı. NO2ID, ABD'de yabancılara yönelik vize şartları zorlaştırıldığında %15'lik bir düşüş yaşandığını, bu uygulamayla birlikte aynı düşüşün Britanya üniversitelerinde görüleceğini duyurdu. Kartların dolaşıma çıkmasının ardından sınır muhafızlarının, kartları içlerinde bulunan biyometrik çipler sayesinde uzaktan okunabildiği ortaya çıktı. Kartların ve veritabanının insanları baskı ve kontrol altında tutmak için kötüye kullanılma ihtimalini halka duyurmak için direniş eylemleri örgütleniyor.
Pazartesi akşamı Leeds'de, NO2ID (Kimliğe Hayır) eylemcileri uygulamaya yönelik direnişlerini göstermek için kart maketini yaktılar. Bunu Salı günü Liverpool'da, Samba grubuyla bildiri dağıtma eylemi izledi. Yine salı sabahı, Newcastle'da en işlek anayollardan birinde, yolcuları dolaşıma giren kart hakkında uyaran, No Borders imzalı bir pankart asıldı. Aynı gün Londra, Croydon'da Sınırlar ve Göçmenlik Şubesinin genel merkezi Lunar House, No Borders ve NO2ID tarafından örgütlenen protesto eylemiyle abluka altına alındı. Birmingham'da Solihull'da bulunan Birleşik Krallık Sınır Şubesi'ni kuşatma eylemi orantısız derecede kalabalık bir polis engeliyle karşılaştı. Cardiff'de de 60 kişinin katıldığı bir kuşatma eylemi vardı. Manchester'da No Borders ve Merseyside eylemcileri bir araya gelerek Liverpool'da Reliance House önünde yeni biyometrik kimlik kartlarını protesto etti.
t-zamanin-ruhu/