Bu blog Emeğin Yoldaşlığına ; Çokluğun emeğinin arşivlenmesine bir katkı olsun diye, HERKESİN,AMA HİÇKİMSENİN şiarıyla var...İSYAN,KOMÜN,ÖZGÜRLÜK...
DUYGULANIYORUM,ÖYLEYSE VARIM...

Bu Blogda Ara

Spinoza

Spinoza'dan Neşe ve Keder olarak yapılan çeviriye karşı ;Cüret ve dumur kavramlarını öneriyoruz...

Hayat Akıyor...

İsyan Büyütür...

İsyan Büyütür...

2 Eylül 2010 Perşembe

İkinci Arasöz: Örgütlenme: Solda çokluk

Negri üzerinden popularitesi artan otonomist marksizmin çokluk kavramı, bilmeden, anlanmadan bir nevi mevzi koruma savaşı anlamsızlığına nicedir kurban gidiyor. Evet kendine sol, marksist vb. sıfatlar atfedenler çokluk üzerine alakasızca şeyler yazıyorlar. İstedik ki bu anlamsız eleştirilerin geçersizliğine bir katkımız olsun. Aşağıda Negri ve Hardt'ın  çokluk kitabında konuya dair lezzetli bir arsöz var. Tadına bakılsın isteriz...

 Sol on yıllardır krizde. Dünyanın her yerinde Sağ partile-
rin ulusal seçimlerden galip çıkmasından ve sağcı politi-
kaların yeni küresel düzenin oluşumuna yön vermesin-
den de öte, Sol'un ayakta kalan büyük partilerinin birço-
ğu merkezin iyice ötesine geçip Sağ'dan ayırt edilemez
hale geldi ve sosyal güvenlik harcamalarım kısmaya,
sendikalara saldırmaya ve dış savaşları desteklemeye ve
yürütmeye başladı. Sendikalardaki toplumsal taban ve
endüstriyel işçi sımfı artık Sol siyasal partilere destek
olacak denli güçlü değiL. Hatta, eskiden "Sol'un insanla-
n"m teşkil eden bütün toplumsal bedenler çözülmüş gi-
bi. Ancak bize göre en önemlisi, Sol 'un ne olduğu ve ne
olabileceğiyle ilgili kavramsal boşluk. Hem Sovyet stili
devlet sosyalizmi hem de sosyal demokrasinin refah mo-
deli gibi geçmişteki öncelikli modeller büyük ölçüde
prestij kaybetti ve bu hayırlı da oldu. Eskiye nosta1ji bes-
leyen kimileri, akademik radikalleri Sol'u raydan çıkar-
makla, makul reform önerilerine dayanan pratik çalışma-
yı terk etmekle ve siyasal tartışmayı ancak başka akade-
misyenlerin çözebileceği kadar karmaşıklaştırmakla suç-
luyor. Bazıları da, çokkültürcülük ve kimlik siyaseti ta-
raftarlarım Sol'un merkezi kamusal rolünün altım oy-
makla ve gerçek siyasal ve ekonomik meseleleri dışlayıp
sadece kültürel konulara odaklanmakla suçluyor.!" Bu
suçlamalar bir yenilgi belirtisi, krizi yamtlayacak yeni
düşüncelerin ortaya çıkmadığı gerçeğinin belirtisi. Eğer
Sol yeniden doğacak ve yeniden yapılandınlacaksa, bu
ancak yeni pratikler, yeni örgütlenme biçimleri ve yeni
kavramlar temelinde gerçekleşebilir.
Bugün bir yeni Sol' dan bahsetmek için bir yandan en-
düstri işçilerinin hareketlerinin ideolojik gelenekleriyle,
örgütlenme biçimiyle ve üretimi idare etme biçimiyle on-
tolojik bir kopuş sağlayacak, maddi ve kavramsal bir kı-
rılma gerçekleştirecek postsosyalist ve postliberal bir
programdan bahsetmek gerekli. Diğer yandansa, yeni
antropolojik gerçekliği, yani tekillikierini koruyan yeni
üretici failleri ve sömürülen özneleri ele almak gerekli.
Bu tekil faillerin etkinliğini, herkesin paylaştığı bir öz-
gürlük ve çoğulluk matrisi olarak görmek gerek. Burada
demokrasi dolaysız bir olgu haline gelir. Demokrasi artık
liberal anlamıyla, yani eşitliğin sınırı olarak ya da sosya-
list anlamıyla, yani özgürlüğün sınırı olarak görülemez;
demokrasi hem özgürlüğün hem eşitliğin kayıtsız şartsız
radikalleşrnesi olmalıdır. Belki bir gün öyle bir noktaya
varacağız ki, dönüp geriye baktığımızda, özgürlük adına
kendi kardeşlerimizi köle ettiğimiz ya da eşitlik adına öz-
gürlüğümüzü gayri insani biçimde feda ettiğimiz bu bar-
barca günleri ironiyle hatırlayacağız. Oysa bize göre, öz-
gürlük ve eşitlik, demokrasinin devrimci biçimde yeni-
den icadıııın motorları olabilir.
Bizce çokluk kavramı, bir siyasal örgütlenme biçimi-
ne ve bir siyasal projeye işaret ederek, Sol'u yeniden
canlandırma ya da yeniden yapılandırma, daha doğrusu
yeniden icat etme görevine katkı sunabilecek bir kavram.
Bu kavramı "çokluğu oluşturun!" gibisinden siyasal bir
direktif olarak değil, halihazırda var olan bir şeye ismini
koymak ve mevcut toplumsal ve siyasal eğilimi kavra-
mak adına öneriyoruz. Mevcut eğilimin adını koymak,
siyasal teori için temel bir görevolduğu gibi, yeni yeni
beliren biçimi daha da geliştirmek için de önemli bir
adımdır. Kavramı netleştirmek için, şuana kadar muhte-
melen birçok okuyucunun zihninde oluşan eleştirileri sı-
ralamak ve yanıtlamak yararlı olabilir: Aynen Marx ve
Engels'in Manijesto'nun ikinci bölümünde komünistlere
yönelik eleştirileri kataloglaması gibi. Bu da yanlış izle-
nimleri düzeltmemizi ve de ileride ele alınması gereken
meseleleri aydınlatmamızı sağlayacak.
Bu eleştirileri ele almadan önce, bu ve başka kitapla-
rımızda çokluk kavramını farklı zamansallıklara dayanan
iki farklı şekilde kullandığımızı belirtelim. Bunların ilki,
çokluk sub specie aeternitatis ya da sonsuzluk bakış açı-
sından çokluktur. Bu, Spinoza'nın dediği gibi tarihsel
güçlerin karmaşık etkileşimiyle, aklın ve tutkuların süz-
gecinden geçerek, Spinoza'nın mutlak dediği bir özgür-
lüğü yaratan çokluktur: Tarih boyunca insanlar otoriteyi
ve komutayı reddetmiş, tekilliğin indirgenemez farklılı-
ğını dile getirmiş ve sayısız isyan ve devrimle özgürlüğü
aramıştır. Elbette özgürlüğü doğa vermez: Özgürlük an-
cak sürekli olarak engelleri ve sınırları aşarak gerçekleş-
tirilir. Nasıl ki insan dünyaya geldiğinde etine kazılı son-
suz yetileribulunmuyorsa, tarihe kazılı nihai bir amaç ya
da teleolojik hedef de bulunmaz. İnsan yetilerinin ve ta-
rihsel teleolojilerin var olmasımn tek nedeni, insamn tut-
kuları, aklı ve mücadelesidir. Özgürlük yetisi ve otorite-
yi reddetme eğilimi, insan içgüdülerinin en sağlıklı ve
asilolanlarıdır, sonsuzluğun gerçek belirtileridir diyebili-
riz. Belki de sonsuzluk demek yerine, birinci çokluğun
her zaman şimdide, daimi bir şimdide devindiğini söyle-
memiz daha doğru olur. Bahsettiğimiz bu birinci çokluk
ontolojiktir ve o olmaksızın toplumsal varlığımızı kavra-
mamız imkansızdır. Diğeriyse tarihsel çokluk ya da he-
nüz oluşmamış çokluktur. Söz konusu çokluk asla var ol-
mamıştır. Bu bölümde bugün ikinci çokluğu mümkün kı-
lan kültürel, hukuki, ekonomik ve siyasal koşulların izini
sürdük. İkinci çokluk siyasaldır ve günümüzde gelişen
koşullar temelinde onu var etmek için siyasal bir proje
gereklidir. Ancak bu iki çokluk, her ne kadar kavramsal
olarak ayn olsa da aslında birbirinden koparılamaz. Eğer
çokluk toplumsal varlığımızda zaten içkin ve kuluçkada
olmasaydı, onu siyasal bir proje olarak hayal dahi ede-
mezdik; ve aynı şekilde, onu bugün gerçekleştirmeyi
umabilmemizin tek nedeni de gerçek bir potansiyel ola-
rak var olmasıdır. Öyleyse ikisini birleştirirsek, anlanz ki
çokluğun garip ve ikili bir zamansallığı vardır: Hep-mev-
cut ve henüz-oluşmamış.
Eleştirilerin belki de en önemlisi olan ilk eleştiri çifti,
çokluğu ya kendiliğindenci bir siyasal örgütlenme anla-
yışı olmakla ya da yeni bir öncülük biçimi olmakla suç-
lar. Eleştiri çiftindeki ilk eleştiriden hareket eden eleştir-
menler bize, "Siz aslında anarşistsiniz!" diyor. Bu özel-
likle, siyasal örgütlenmeyi ancak parti, onun hegemonya-
sı ve merkezi önderliği çerçevesinde düşünebilenlerden
geliyor. Ancak çokluk kavramı tam da siyasal seçenekle-
rimizin sadece merkezi önderlik ve anarşiyle sınırlı ol-
madığı gerçeğinden hareket eder. Bu bölüm boyunca,
çokluğun gelişiminin anarşik ya da kendiliğinden olma-
dığım, çokluğun örgütlemnesinin tekil toplumsal öznele-
rin işbirliğinden doğduğunu anlatmaya çalıştık. Alışkan-
lıkların ya da performativitenin oluşumu, özellikle de dillerin oluşumu gibi, çokluğun üretimi de ne merkezi bir
komuta ve istihbarat noktasından yürütülür ne de birey-
ler arasındaki kendiliğinden bir uyumun sonucudur; bu
üretim aradaki alanda, toplumsal iletişim alanında ger-
çekleşir. Çokluk. müşterek toplumsal etkileşimden doğar.
Bazılarıysa tam zıt noktadan hareket ederek, çokluk
kavramını bir tür öncülük olmakla suçluyor ve onu baş-
kalarına hükmetmeye soyunan yeni bir özdeşlik biçimi
olarak görüyor. "Siz aslında Leninistsiniz!" diyorlar.
"Çokluklar"dan değil de "çokluk"tan bahsetmemizin
başka nasıl bir açıklaması olabilir ki? Belki kimileri, çok-
luk tartışmasında küresel protesto hareketlerine öncelik
vermemizi bir tür yeni öncü önerisi olarak görebilir. Bu
eleştirinin dayandığı, farkların özgürce ifade edilmesi
kaygısı bizim de sıkıca bağlı olduğumuz önemli bir ilke.
Ancak kavramsal düzeyde, çoklukta tekilliğin azalmadı-
ğını ve daha pratik düzeyde de, ortaklaşmanın (örneğin
emeğin ortaklaşmasının) somut ya da yerel farkları olum-
suzlamadığını savunduk. Dolayısıyla bizim çokluk kav-
ramımız, tekille çoğul şeklinde karşımıza çıkan bu sayı-
sal ikiliği ortadan kaldırmaya girişir. İsmi lejyon olan
Gerasa'daki kötü ruh gibi, burada da hem çokluk hem de
çokluklar doğru bir terim olur. Çokluğun şeytani yüzü de
budur zaten. Ancak siyasal değerlendirmelere girdiği-
mizde, "çokluklar"dan ziyade "çokluk"ta ısrar ediyoruz,
çünkü kurucu bir toplumsal role soyunmak ve toplumu
biçimlendirrnek için çokluğun karar alabilmesi ve ortak
hareket edebilmesi gerektiğini düşünüyoruz. (Çokluğun
karar alma kapasitesini aşağıda, 3. kısımda inceleyece-
ğiz.) "Çokluk" şeklindeki tekil gramatik formül, bizim
gözümüzde birliği değiL, çokluğun ortak toplumsal ve si-
yasal kapasitesini ifade ediyor.
İkinci bir eleştiri çiftiyse birinci çifte yakından bağlı
ve çokluğun ekonomik boyutuyla ilgili. Bir yanda, bazı-
ları, biz aksini söylesek de, çokluğu kesinlikle endüstri-
yel işçi sınıfına saldırı olarak algılıyor. "Siz aslında işçi-
lere karşısınız!" diyorlar. Oysa bizim analizimizde, ne ar-
tık endüstriyel işçi sınıfının kalmadığı ne de sayısımn kü-
resel ölçekte azaldığı iddiası var. Bu bölümde söyledikle-
rimizi tekrarlarsak, endüstriyel emeğirı diğer emek bi-    
çimleri üzerindeki hegemonik konumunun maddi olma-    
yan emeğe geçtiği ve maddi olmayan emeğin de kendi
nitelikleri doğrultusunda üretimin tüm sektörlerini ve
toplumu dönüştürme eğiliminde olduğunu savunuyoruz.
Öyleyse endüstri işçileri önemini koruyor ama ancak bu
yeni paradigma çerçevesinde koruyor. Bu noktada da
karşımıza bu çiftteki ikinci eleştiri geliyor. Buna göre,
maddi olmayan emeğin hegemonyası iddiarnızla biz, en-
düstri işçilerinin eski öncülüğürıün yerine maddi olma-
yan emeğin yeni öncülüğünü geçiriyoruz: Microsoft
programeıları bize aydınlık yolu gösteriyor! "Siz aslında
koyun postıma bürünmüş postmodern Leninistlersiniz!"
diyorlar. Hayır, bir üretim şeklinin ekonoınideki hege-
monyası illa ki siyasal hegemonyasını zorunlu kılmaz ..
Maddi olmayan emeğin hegemonyasıyla ve tüm emek
biçimlerinin ortaklaşmasıyla ilgili iddiamızın amacı, gü-
nümüzdeki koşulların emeğin genel iletişimini ve işbirli-
ğini yaratma eğiliminde olduğu ve bunun da çokluğun
zeıninini oluşturabileceği. Başka bir deyişle çokluk kav-
ramı, endüstriyel işçi sınıfının, temsilcilerinin ve partile-
rinin ııala ilerici siyasete önderlik etmesi gerektiğini sa-
vunanlarla çelişir ama herhangi bir tekil emek sınıfının
önderlik konumunu üstelenebileceğini de reddeder.
layısıyla bu ekonomik eleştirilerin ilk eleştiri çiftinde-
. kendiliğindenlik ve öncülük suçlamalarıyla ilişkili 01-
ğu apaçık ortadadır.
Bu ekonomik tartışma, çokluk kavramımızı, ırk, top-
sal cinsiyet ve cinsellik gibi diğer toplumsal farklılık
eksenlerini hesaba katmadığı için ekonomizmle suçlayan
çok daha önemlibir eleştiriye getiriyor bizi. "Umurunuz-
daki tek şeyernek ve işçiler!" diyorlar. Tekrar vurgulaya-
lım ki, bir yandan, biyopolitik üretim bağlamında ekono-
mik, toplumsal ve kültürel gibi ayrımlar bulanıklaşmaya
başlar. Biyopolitik perspektif, dar anlamdaki ekonomik
perspektifin her zaman için ötesine geçer. Diğer yandan-
sa, bu kitabımızdaki analizin önemli sınırlamalarından
birinin emeğe odaklanmamız olduğunu görmeliyiz. Eme-
ğe ve sosyoekonomik sınıfa odaklanmamızın amacının,
 son zamanlarda sınıf konulu çalışmaların azlığını telafi
etmek olduğunu yukarıda açıklamıştık ve bunu tekrarla-
maya değer. Ancak daha önce şunu da belirtmiştik ki, ırk
ve toplumsal cinsiyet temelli siyaset gelenekleri zaten
güçlü bir çokluk arzusu barındırıyor: Örneğin feministler
amaçlarının toplumsal cinsiyet farklarının ortadan kalktı-
ğı bir dünya değil, toplumsal cinsiyetin önemli olmadığı
(yani hiyerarşilere temelolmadığı) bir dünya olduğunu
söylüyor; ya da ırkçılık karşıtı aktivistler, ırklardan arın-
dırılmış bir dünya değil, ırkın önemli olmadığı bir dünya
için mücadele ediyor. Kısacası farkların özgürce ifade
edildiği bir kurtuluş süreci istiyorlar. Çokluğun merke-
zindeki tekillik ve ortaklık mefhumu da budur zaten.
Eğer çokluk kavramı ciddi bir siyasal roloynayacaksa,
her halükarda bu farklı duruşlardan hareketle araştırılma-
sı ve geliştirilmesi gerekecektir.
Üçüncü bir eleştiri çifti de kavramın felsefi geçerlili-
ğini hedef alıyor. Hegelyen eleştiri diyebileceğimiz birin-
ci eleştiri, özellikle biz günümüz küresel siyasetinin asli
dinamiğini İmparatorluk ve çokluk arasındaki mücadele
olarak koyduğumuz noktada, çokluğun sadece, Bir ve
Çok arasındaki geleneksel diyalektik ilişkinin bir versi-
yonu olduğunu savunuyor. "Siz aslında beceriksiz ya da
eksik diyalektikçilersiniz!'' diyorlar. Durum böyle olsay-
dı çokluğun otonomisi büyük ölçüde sınırh olurdu, zira
çokluk kendisinin diyalektik dayanağı olan İmparatorluk
olmaksızın var olamazdı. Ancak, çokluğu belirleyen te-
killik ve çoğulluk dinarniğinin, Bir ve Çok şeklindeki di-
yalektik alternatifi dışladığını felsefi bir düzeyde savunmuştuk:
Çok hem bunların her ikisini de kapsar hem de
bunların ikisi de değildir. 3. bölümde de, imparatorluk ve
çokluğun simetrik olmadığım siyasal düzeyde savunaca-
ğız: imparatorluk çokluğa ve onun toplumsal üretkenliği-·
ne devamlı olarak bağımlıyken, çokluk potansiyelolarak
otonomdur ve toplumu kendi başına yaratrna kapasitesi-
ni barındırır, Bu felsefi eleştiri çiftindeki ikinci eleştiri,
yani yapısökümcü eleştiriyse, diyalektiği bu sefer diğer
tarafa, yani çokluğun genişleyici doğası mn karşısına di-
ker ve çokluğun her şeyi kapsadığı iddiasına meydan okur. "Madunları unutuyorsunuz!" diyorlar. Yani diyalektik burada çoklukla çokluktan dışlananlar arasındadır.
Bu eleştirmenler, çokluk da dahil her özdeşliğin, kendisi-
ni dışarıda bıraktıklarına, yani arta kalanlara göre tanım-
Iadığını ve bunları dışlanınış, sefil ya da madun addetti-
ğini savunur. Burada felsefi düzeye dönüp çokluğun, dışlayıcı ve sımrlayıcı özdeşlik/farklılık mantığını, açık ve genişleyici tekillik/ortaklık mantığına çevirdiğini söyle-
yebiliriz ama sanırız dağınık ağların sınırsız ve belirsiz
doğasına işaret etmek daha aydınlatıcı olur. Şüphesiz bir
ağın dışında kalan noktalar ya da düğümler olabilir ama
bunların hiçbirisi zorunluluktan dolayı dışarıda değildir.
Ağın sınırları belirsiz ve açıktır. Dahası, çokluğun bir si-
yasal örgütlenme projesi olduğunu ve bu yüzden de an-
cak siyasal pratiklerle gerçekleştirilebileceğini akılda tu-
talım. Kimse zorunluluktan dolayı dışlanınış değildirı
ama katılırın garanti de değildir: Ortak paydanın genişle-
mesi pratik, politik bir meseledir.
Çokluğun potansiyelolarak herkesi kapsayan doğası-
na yönelik bu felsefi itiraz, derhal önemli bir siyasal eleş-
tiri doğurur. Buna göre çokluk sadece dünyanın hakim
bölgelerinde ve oralardaki toplumsal koşullarda, yani ka-
baca küresel Kuzey' de uygulanabilecek bir kavramdır ve
küresel Güney'i teşkil eden bağımlı bölgelerde uygula-
namaz. "Siz aslında küresel Kuzeyli elit felsefecilersiniz
ama tüm dünya adına konuşmaya kalkışıyorsunuz!" di-
yorlar. Bu kaygıyı yanıtlamak için, bu bölümün başların-
da köylüleri, yoksulları ve göçmenleri ele alarak, emeğin
ve üretimin koşullarının ortak bir duruma evrildiğini gös-
termeye çalıştık. Ancak dünyada çok farklı durumların
var olduğunun ve bunların müthiş iktidar ve zenginlik hi-
yerarşileriyle bölünmüş olduğunun tamamen farkındayız
ve zaten küresel siyasal bedene ve sömürü topografyası-
na dair analizimiz de bu gerçeği vurguladı. Bizim iddi-
amız, ortak bir siyasal projenin olanaklı olduğu. Bu ola-
nak, elbette, ancak pratikte doğrulanıp gerçekleştirilebi-
lir. Ancak her halükarda, siyasal örgütlenme için doğru-
sal gelişme aşamaları öngören bir vizyonu, yani hakim
bölgelerin insanlarının çokluk gibi demokratik örgütlenme biçimlerine hazır olduğu ancak bağımlı bölgelerdekilerin olgunlaşana kadar eski biçimlere mahküm olduğu
fikrini kesinlikle reddediyoruz. Hepimiz demokrasiye
muktediriz. Asıl zorluk, demokrasiyi siyasal olarak ör-
güt1emek.
Son olarak da, bizim çokluk kavramımız birçoklarına
gerçekdışı geliyor. "Siz aslında ütopyacısınız!" diyorlar.
Biz, çokluğun mevcut gerçeklikten kopuk, soyut ve ula-
şılamaz bir hayal olmadığını, çokluğun somut koşulları-
nın toplumsal dünyamızda oluşmakta olduğunu ve çok-
luğun olanaklılığının da bu eğilimden çıktığını iddia et-
mek için epey ter döktük. Fakat, başka bir dünyanın, ya-
ni daha iyi ve demokratik bir dünyanın mümkün olduğu-
nu hep akılda tutmak ve bu tür bir dünyaya arzu besle-
mek de son derece önemlidir. Çokluk bu arzunun bir sembolüdür.

Bkz. Richard Rorty, Achieving Our Country Cambridge, Harvard University
1999; Michael Walzer, "Can There Be aDecent Left?" Dissent, Bahar 2002,
23; ve "Left Conservativism: A Workshop," boundary2, c. 26, no. 3, Güz 1999,

 ÇOKLUK Negri-Hardt sf.237-244

1 Eylül 2010 Çarşamba

İsyan Başkan; Bekir Çınar'ın Anısına...

17 Ağustos 2010

Bekir Çınar'ı Kim Öldürdü?

Bekir Çınarı'ı, Adana Demirspor'un 15 yıllık yönetim mantığı öldürdü. Daha fazla harca, en çok sen harca mantığı öldürdü. En çok transferi sen yap ki en büyük Demirsporlu olasın, en çok para harcayan en iyi başkandır mantığı öldürdü. Onu harcadıkça biriken borçlar öldürdü. En çok borcu takıp giden başkanlar öldürdü. En büyük Demirsporlu geçinip, temliklerini söke söke alan mantık öldürdü.

Bekir Çınar'ı arkadan kuyu kazma mantığı öldürdü. Yüzüne gülüp, ardından işler çeviren iki yüzlüler öldürdü. Kumpas mantığı ve ayak oyunları öldürdü. Destek için kapısında bekledikleri, telefonuna cevap vermeyenler, verdiğinde yüzüne kapatanlar, verdiği sözü tutmayanlar öldürdü. Bekir Çınar'ı projelerine bile isteye taş koyan, onlar yürümesin de Demirspor bana muhtaç kalsın diyen mantık öldürdü.

Bekir Çınar'ı, başkanlıkta başarısız olsun diye kişisel işlerine taş koyan mantık öldürdü. Sadece benim adamım kazansın, diğerleri ne yaparsa yapsın diyen mantık öldürdü. Benden değilsen ne halin varsa gör diyen mantık öldürdü.

Bekir Çınar'ı Adana öldürdü. Ona ve diğer tüm değerlerine sahip çıkamayan koca Adana...

Bekir Çınar'ı kapitalizmin vahşi kar hırsı, ahlaksız bencilliği, körkütük yok etme arzusu öldürdü.

ve onların yeni hedefi biziz. Kendinden başkalarını da düşünen, diğerkam, birlikte yapalım diyen herkes...