Bu blog Emeğin Yoldaşlığına ; Çokluğun emeğinin arşivlenmesine bir katkı olsun diye, HERKESİN,AMA HİÇKİMSENİN şiarıyla var...İSYAN,KOMÜN,ÖZGÜRLÜK...
DUYGULANIYORUM,ÖYLEYSE VARIM...

Bu Blogda Ara

Spinoza

Spinoza'dan Neşe ve Keder olarak yapılan çeviriye karşı ;Cüret ve dumur kavramlarını öneriyoruz...

Hayat Akıyor...

İsyan Büyütür...

İsyan Büyütür...

15 Ocak 2009 Perşembe

Emeğin ufku:Bir işaret levhası olarak sol olmak değil; komünalizmdir…

Ergenekon adlı operasyon sonrası sol denilen kesimin başına kakılıp durulan “sesiniz çıkmıyor” temrinleri (bu sözle, biraz zorlayarak da olsa ‘tekrar ede ede karşıdakine o şeyi kabul ettirme’ manasına vurgu yapmak istiyorum)karşısında, kendini sol kavramı içinde düşünenler, ya bir savunma hali ve psikolojisiyle ya da bu ‘temrinleri ‘ tekrarlayanlardan daha cevval davranıp, “evet sol sesini çıkartmalı, çıkarmayanları içimizden temizlemeliyiz” kampanyasını hayata geçirme ve bunun da önderi olma histerisiyle ;ama sonuçta ciddi ciddi bir yönlendirmenin farkında olunmayan bir panikle ortalığa düşmüş durumdalar.Bu insanlara 12 Eylül öncesini sorsak, sağ-sol çatışması üzerindeki yönlendirme ve ‘gerginlik stratejisi’ üzerine de ciltler dolusu hikayeler dinleyebiliriz oysa… Ama ne hikmetse bu sol denilen tarafın şu yönlendirilmeyle bağı bir türlü kesilemedi ve görünen o ki uzun bir zaman da kesilemeyecek;Tam da burada tüm bunları dışlayan alternatif hakiki bir Ergenekon 'Mahkemesi' örgütlemek niye gündeme gelmiyor.Neden bunu sınırsızlaştırılmış bir tarzda dveletleri yargılayan bir kampanyaya dönüştürmek düşünülmüyor.Hakikat komisyonlarıyla paralel yürüyecek bir deşifrasyon bugün kimin neden yana olduğunu da açık etmez mi? Ama olmuyor işte.Sanırım bunun böyle olmasında kavram olarak sol’un aslında bize çok fazla şey anlatmıyor oluşu da bir etken.Nedir sol; Birey,grup ,vs. kendini neden bir yön duygusuyla tanımlamak ister?Sosyalist olmak, siyasal liberalizmi savunmak,sosyal demokrat olmak,vb.vb zul müdür?kendini böyle ifadelendirmekteki bu arzu ; Sayılan ve sayılamayan grupların aynı cephe içinde bulunması her daim ‘sorunlu’ olmasına rağmen, kendi rızaları hilafına aynı cephede gösterilmelerine ve sol yönü gösteren birer işaret levhaları olarak tanımlanmalarına karşın, kendilerine hal sol demelerinin psikolojik alt yapısı nedir?.Bu da bir yönlendirilme sevdası mıdır acaba…?
12 Eylül karşısında kendini yenilgiye uğratan (evet 12 eylül’de kendine yenilen bir insanlık durumu yok muydu gerçekten de?)bir gelenek, sol olmak kalıbında da buluşuyor anladığım kadarıyla. Yakınmacılık oradan geliyor olabilir ve hatta yakınmalar üzerinden kendini kuran geleneğe sol da denilebilir beklide…
Ergenekon üzerine konuşmaya zorlanan – bilerek vurguluyorum, sözü ağzına tıkılan yada zaten o platformlarda söz sahibi olmak istemeyen insanların dışında kalan her halükarda bir yerlerde bir lafım olsun abazanlığıyla ortalığa düşenlerin içinden seçilip adına sol denilen bazı insanların kendilerini ‘değerli kılma’ sanısı, sonuçta o sol denilen şeyi değersizleştirdiği gibi, sözü de kısıtlayıcı bir etki yapıyor.Bu konuda söz bitmez toparlamalıyım sanırım.
Kendine komünist diyenler kendilerini zaten hiçbir zaman sol kavramıyla kısıtlamadılar, böyle bir Yönlendirilmeye pirim vermediler.Komünistlerin dünyanın en büyük soykırımına uğratıldığı bir gerçekken –unutmadan bu soykrım hakkında yazan bir yönlendirmeci biliyor musunuz? Neydi soykırım:”insan topluluğunu ulusal,dinsel, kültürel ve ideolojik nedenlerle yok etme” sırf Endenozya’da 600 bin komünist öldürüldü, İran’da 300 bine yakın olduğu söyleniyor, Türkiye’de ne kadar acaba;ayrıca sayının önemi var mı gerçekten? Yok etmek üzere politika oluşturmak, örgütlü güçleriyle bunu fiiliyata geçirmek, soykırımdır. Komünistler yapılan soykırıma karşı konuşmayanların soykırım yanlısı oldukların ilan etmenin zamanı geldi de geçiyor…-ve bu soykırımın sahiplerine canlarını ortaya koyarak mücadele ettikleri aşikarken icat ettikleri solculuk üzerinden kustukları kin ve değersizleştirme operasyonuyla hesaplaşmak, onların ses çıkarmadınız dedikleri Ergenekonla hesaplaşmanın bir ayağıdır zaten. Ama hangi platformlarda ,nerede ve nasıl?
Onların bizi mas etmek, sisteme entegre etmek için çağırdıkları şu sanal/sahte özgürlük alanlarında mı?uzlaşma kültürü vb kavramlarla bizim dilimizi/eylemimizi iğdiş etme taleplerini karşılayarak mı? Tabiki hayır…
Komünistler, emeğin kuruculuğu üzerinden inşa ettikleri hayatın içinde konuşurlar. Sözleri birilerine cevap yetiştirmek için söylemezler. Kendilerini başkasını olumsuzlayarak olumlama üzerinden anlamlandırmazlar. Onların baktıkları ve kuruculuğunu doğruladıkları dünya bunların dışındadır.
Bırakalım şu: “ sivil toplum uzlaşması,ergenekon’a hep beraber karşı çıkalım vb”. diyen ama özünde Kendi güçsüzlüklerini gizleme, güçlü görünme aldatmacasını hayata geçirme amaçları için çırpınanlar ‘Ergenekon ittifakı’nı hayata geçirsinler.Çünkü biliyoruz ki Ergenekon denilen şey devletin varlığının gereği,nedeni ve hem de sonucudur.Devlet varlığını korudukça hep sürecek olandır.Devletin varlığını ortadan kaldıracak bir emek kuruculuğu ergenekona da solculara ve onların yönlendirmecilerine de asıl yanıt olabilir.Gerisi lafı güzaftır…

13 Ocak 2009 Salı

Her yıl yaklaşık 2 milyon kız çocuğu, sünnet nedeniyle hayatını kaybetme tehlikesi yaşıyor.

13.1.2009
BM verilerine göre, her yıl yaklaşık 2 milyon kız çocuğu, sünnet nedeniyle hayatını kaybetme tehlikesi yaşıyor.



Dünyada her gün yaklaşık 6 bin genç kızın sünnet edildiği bildirildi.
Kadın sünneti başta Yeni Gine, Mısır, Etiyopya olmak üzere Afrika’daki birçok ülkede, Avustralya, Malakka takım adaları, Brezilya, Meksika, Peru, Ortadoğu, Batı Asya ve Hindistan’da yaşayan Müslüman topluluklarda yaygın.



Tülin Uygur'un araştırması:

Kadın sünneti esas olarak, Afrika kıtasının orta şeridinde yer alan 30 Afrika ülkesinde uygulanıyor. Bu bölgedeki kadınların %72-99’u, diğer Afrika ülkelerindeki bazı etnik grupların veya kabilelerin kadınlarının %18-72’si sünnetli. Umman, Yemen, Birleşik Arap Emirliği’nde, Endonezya ve Malezya’nın bazı bölgelerinde, Kuzey Irak’ta bazı Kürt bölgelerinde yaşayan kadınlar arasında da daha az oranlarda olmakla beraber sünnet geleneği yaşatılmakta. Ayrıca, bu ülkelerden gelen göçmenlerin geleneklerini taşımaları ve sürdürmek istemeleri nedeniyle kadın sünneti, Avrupa, Kanada, Amerika, Yeni Zelanda ve Avustralya‘da da görülüyor ve kadınlara yönelik şiddetin en uç uygulamalarından biri olarak tüm dünyayı ilgilendiren bir kadın sorunu olmaya devam ediyor.

Geleneğin kökleri

Mısır’da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan bazı kadın mumyalarının sünnetli olduğu belirlenmiş, kadın sünnetinin nasıl yapıldığı M.Ö 1600’lü yıllardan kalan duvar resimlerinde detaylı bir şekilde tasvir edilmiştir. Bu, kadın sünneti geleneğinin kökeninin çok eski çağlara dayandığının göstergesidir de. Kadın sünnetinin halen uygulandığı pek çok Afrika ülkesinde, Hristiyan, Müslüman, Musevi ve tek tanrılı olmayan dinlere inanan gruplarda da sünnetin yoğun olarak uygulanması, sünnet geleneğinin tarihinin tek tanrılı dinlerden daha eski olduğunu ve tek tanrılı din seçiminin bu geleneğin sürdürülmesini etkilemediğini gösterir.

Kadın sünneti esas olarak 3 ayrı şekilde uygulanır.


1) Klitorisin tümüyle kesilmesi (clitoridectomy);

2) Klitoris ile birlikte yakın çevresindeki küçük ve bir kısım büyük dudakların kesilmesi (excision);

3) Klitoris ile birlikte küçük ve büyük dudakların neredeyse tümüyle kesilmesi, açık yaranın dış çeperlerinin biraraya getirilerek yaranın tümüyle dikilmesi, sadece idrar ve aybaşı kanamasının akabileceği ve ancak küçük parmak genişliğinde olan bir açıklık bırakılması (infibulation).

Bu uygulamalar dışında Dünya Sağlık Örgütü; delme, dağlama, kazıma, vajinanın içine kanama sebebi olan çeşitli bitkiler yerleştirme veya bazı müslüman topluluklarda “sünnet/sunna” denilerek klitorisin bir şekilde işaretlenmesi gibi kadının cinsel organına yapılan müdahaleleri de dördüncü uygulama şekli olarak mücadele edilmesi gereken sünnet kapsamına almıştır.

Sünnetli kadınların % 80-85’inde 1. ve 2. tür sünnet uygulanmaktadır. Cibuti, Somali, Sudan’da kadınların % 98’i firavun tarzı da denilen ve sünnetin en ağır şekli olan “infibulation” yöntemi ile sünnet edilmektedir. Ayrıca Mısır’ın güneyinde, Eritre ve Etiyopya’da, Gambia, Çad, Kenya ve Mali’nin bazı bölgelerinde de bu tür sünnetler uygulanmaktadır. Ayrıca, bu yöntemle sünnet edilen kÿadınların her doğum sonrasında yeniden sünnet edilmesi gerekmektedir. Doğumu kolaylaştırmak için doğum esnasında sünnet bölgesi yarılan kadınlar doğumdan hemen sonra yeniden dikilmektedir. Böylece kadınlar, çocuk sayıları kadar sünnet olmakta, aynı acıları defalarca aynı yoğunlukta yaşamak zorunda kalmaktadırlar.

Sünnet yaşı bölgelere göre değişmekle beraber genelde Etiyopya ve Nijerya’da kız bebek 8 günlük iken, Mısırda 3-8, Sudan’da 5-8, Somali’de 4-10 ve diğer pek çok ülkede 13-15 yaşları arasında kız çocukları sünnet edilmektedir. Sünnet, genelde genital bölge uyuşturulmadan ve bıçak, traş bıçağı, keskin cam parçaları, keskin teneke kenarı kullanılarak yapılır. Yaranın tutturulmasında akasya ağacı dikenleri, kemik çiviler, iğne, hayvan kıllarından elde edilen iplikler, deri iplikler kullanılır. Daha sonra kız çocuğu ayağa kaldırılarak bacakları dizden kalçaya kadar bitişik olarak sıkıca sarılır ve sünnetlinin birkaç hafta hareket etmeden yatması, idrarını ve dışkısını yattığı yerde yapması sağlanır. Sünnetçi dışında, kız çocuğunun etrafına toplanan kadınlardan bazıları kız çocuğunun kollarını, bacaklarını sıkıca tutar, bazıları kıpırdamaması için omuzlarından bastırır. Dilini yutmasını veya ısırmasını engellemek için kızın ağzına bir bez veya sopa yerleştirilir; diğer kadınlar tarafından da çığlıkları bastırmak için def çalınıp yüksek sesle şarkılar söylenir ve bir yandan da iyi dilekler iletilir.

Sünnet: Kadınlığın göstergesi


Kadınların her türlü geleneği kuşaklara aktarmada en iyi ‘taşıyıcı’ oldukları bilinen bir gerçek. Yaşadıkları acıları kendi çocuklarına da “gelenek” adına yaşatmak isteyen kadınlar, sünneti özellikle 7 yaş üzeri ve ergenlik çağındaki kız çocuklarına, bir şölen gibi sunarlar. Kadın sünneti, büyümenin ve kadınlığa atılan adımın gereği olarak tanıtılır. Hediyeler, elbiseler, eğlenceler vaad edilir. “Az” çığlık atan kızlar herkesin beğenisini ve takdirini alırken, çok çığlık atan kızlar hem acıları hem de utançlarıyla başbaşa bırakılır ama sonuçta sünnetli kızların genel olarak çevrelerinde statüleri yükselir, evlenmeleri garanti altına alınır ve maalesef hayatları boyunca sürecek sağlık sorunlarıda böylece başlar.

Kadın sünnetinin sağlık açısından, bilinen pek çok sakıncası vardır. Kız çocukları ve kadınlar uyuşturulmadan ve birçok işte kullanılan, steril olmayan araçlar ile yapılan müdahalenin hemen ardından kan kaybına bağlı şok, kansızlık, kan zehirlenmesi, enfeksiyonlar, idrar yaparken yaranın yanması sebebiyle idrar tutma ve bunun yarattığı sorunlar, tetanos, HIV/AIDS bulaşması gibi sorunlar yaşamaktadır. Ayrıca sünnet, kadınlarda idrar yapma zorluğu, idrar kaçırma, sık tekrarlayan idrar yolları iltihabı, kronik vaginal enfeksiyonlar, kistler, fistüller, cinsiyet organı çevresinde aşırı duyarlılık veya tümüyle his kaybı, mens sorunlarına yol açmaktadır. Hamilelik ve doğum sırasında kadının ve bebeğin hayatını tehlikeye atan zorluklar, bağırsaklarda ve idrar torbasında yaralanmalar; doğumlar nedeniyle defalarca sünnet olma durumda kalan kadınlarda kansızlık, depresyon, endişe, kabus gibi ömür boyu süren fiziksel ve ruhsal sorunlara sebep olmaktadır.

**
Sabah Gazetesi:

130 milyon kadına sünnet
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/08/22/dun97.html

Stockholm Rinkeby Belediyesi'nde Kadın Çalışmaları Merkezi'nde danışmanlık yapan ve Uçan Süpürge İsveç Sorumlusu olan Tülin Uygur, AAmuhabirine yaptığı açıklamada, kadın sünneti geleneğinin, yaygın olarak Afrika kıtasının orta bölümünde bulunan 30 ülkede görüldüğünü belirtti.

Bu bölgedeki kadınların yüzde 72'sinin, diğer Afrika ülkelerindekibazı etnik gruplardaki veya kabilelerdeki kadınların ise yüzde 18'ininsünnetli olduğunu dile getiren Uygur, Umman, Yemen, Birleşik Arap Emirliği, Endonezya, Malezya ve Kuzey Irak'taki bazı Kürt bölgelerindede daha az
olmakla birlikte sünnet geleneğine rastlandığını söyledi. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO), 1975 yılından sonra kadın sünnetiniincelemeye başladığını belirten Tülin Uygur, Avrupa'nın ise 1980'den sonra Afrika'dan gelen göçler nedeniyle bu soruna ilgisinin arttığını vurguladı.

Bu ülkelerden gelen göçmenlerin, kadın sünnetini, Avrupa, Kanada, Amerika, Yeni Zelanda ve Avustralya'ya taşıdığını ifade eden Uygur, bundan sonra kadın sünnetinin, kadınlara yönelik şiddetin en uç uygulamalarından biri olarak tüm dünyayı ilgilendiren bir sorun olmaya devam ettiğini vurguladı.

Tülin Uygur, ''BM verilerine göre, dünyada her yıl 130 milyon kadın ve kız çocuğu sünnet oluyor. Ayrıca yaklaşık her yıl 2 milyon kız çocuğu, sünnet nedeniyle hayatını kaybetme tehlikesi içinde yaşıyor'' dedi.

KADIN SÜNNETİNİN KÖKENİ

Mısır'da yapılan arkeolojik kazılarda, bazı kadın mumyaların sünnetli olduğunun belirlendiğini, kadın sünnetinin, MÖ 1600'lü yıllardan kalan duvar resimlerinde de detaylı şekilde tasvir edildiğini belirtti.

Bu verilerin, kadın sünnetinin çok eski çağlara dayandığının kanıtı olduğunu kaydeden Uygur, sünnetin, Afrika'da Hıristiyan, Müslüman, Musevilerin yanı sıra tek tanrılı olmayan dinlere inanan gruplarda da yoğun olarak uygulanmasının, geleneğin tarihinin, tek tanrılı dinlerden daha eski olduğunu gösterdiğini kaydetti.

ÇOCUK SAYISI KADAR SÜNNET

Uygur, Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre, kadın sünnetinin, delme,dağlama, kazıma, vajinanın içine, kanamaya yol açacak çeşitli bitkileryerleştirme gibi şekillerde uygulandığını belirtti.

Cibuti, Somali ve Sudan'da ise kadınların yüzde 98'inin, sünnetin en ağır şekli olan ''firavun yöntemi-infibulation'' ile sünnet edildiğini bildiren Uygur, ayrıca Mısır'ın güneyi, Eritre, Etiyopya, Gambia, Çad, Kenya ve Mali'nin bazı bölgelerinde de bu tür sünnetin uygulandığını kaydetti.

Uygur, firavun yönteminde, kadınların her doğum sonrası yeniden sünnet edildiğini, doğurdukları çocuk sayısı kadar sünnet olduğunu, aynı acıları defalarca aynı yoğunlukta yaşamak zorunda kaldıklarını dile getirdi.

'SÜNNETLİ KIZLARIN STATÜLERİ YÜKSELİYOR'

Sünnet yaşının bölgelere göre değiştiğini ifade eden Uygur, Etiyopya ve Nijerya'da kız bebeklerin 8 günlükken, Mısır'da 3-8, Sudan'da 5-8, Somali'de 4-10 ve diğer pek çok ülkede ise 13-15 yaşlarıarasında sünnetin yapıldığını kaydetti.

Sünnetin, genital bölge uyuşturulmadan bıçak, traş bıçağı, keskin cam parçaları ve keskin teneke kenarları kullanılarak yapıldığını anlatan Uygur, yaranın tutturulmasında ise ağaç dikenleri, kemik çiviler, iğne, hayvan kılları ve deriden elde edilen ipliğin kullanıldığını kaydetti.

Uygur, kadının sünnet edilmesinin, ''büyümenin'' ve ''kadınlığa atılan ilk adımın gereği'' olarak tanıtıldığını ifade ederek, ''Sünnetolan kızlara hediyeler ve elbiseler sunulur. Az çığlık atan kızlar, herkesin beğenisini ve takdirini alırken, çok çığlık atan kızlar, hem acıları, hem de utançlarıyla başbaşa bırakılır. Ancak sonuçta sünnetlikızların genel olarak çevrelerinde statüleri yükselir. Evlenmeleri garanti altına alınır'' dedi.

Sünnetle birlikte sağlık sorunlarının da başladığını anlatan Uygur, uyuşturulmadan ve steril olmayan araçlarla yapılan müdahalenin hemen ardından kan kaybına bağlı şok, kansızlık, kan zehirlenmesi, enfeksiyonlar, idrar yaparken yaranın yanması gibi sorunların ortaya çıktığını ifade etti.

Tülin Uygur, gelişmiş ülkelerin, Afrika'nın sadece yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla ilgilenmesinin, bazı misyoner grupların da olayısadece ''antropolojik boyutlarıyla'' incelemesinin, sorunun göz ardı edilmesine yol açtığını belirtti.

12 Ocak 2009 Pazartesi

"Olmert, Barak ve Livni, Sizi İsrailliler Cezalandıracak!"

İsrail'de 10 bin kişinin katıldığı, ama sağcı grupların saldırısı ve polisin buna izin vermesi nedeniyle yarım kalan barış eyleminde, Uri Avnery'nin yapamadığı konuşmasının tam metnini yayınlıyoruz.
BİA Haber Merkezi - Tel aviv
6 Ocak 2009, Salı
İsrail'de Gush-Shalom'un (Barış Bloku) ve 20 barış örgütünün birlikte düzenlediği protesto eylemine on bin kadar eylemci, savaşı protesto etti. Tel Aviv'in ana caddelerinden Gvirol'de iki kilometre boyunca yürüyenlerin büyük pankartlarında "Öldürmeye son ver! Kuşatmaya son ver! İşgale son ver!" yazıyordu.
Eylem, İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in Gazze'ye kara harekatı emrini vermesinin ardından, 3 Ocak'ta düzenlendi. Ancak başlangıçta polisin müdahalesi, daha sonra sağcı grupların saldırısı ve polisin bunu engellememesi üzerine, planlanan son basın açıklaması yapılamadı.
Aşağıda, İsrailli barış savunucusu Uri Avnery'nin bu eylemin sonunda yapmayı planladığı, ama yapamadığı konuşmasının metnini yayınlıyoruz.
Bize hain olduğumuzu söylüyorlar.
Bize İsrail'i yıktığımızı söylüyorlar.
Bize suçlu olduğumuzu söylüyorlar.
Ama biz de onlara asıl suçlunun bu yasadışı ve gereksiz savaşı başlatanlar olduğunu söylüyoruz!
Gereksiz bir savaş, çünkü hükümetin Gazze'de yaşayan bir buçuk milyon insana uyguladığı ablukaya son vermesiyle, Kassam'ları durdurması mümkündü.
Yasadışı bir savaş, çünkü her şeyin ötesinde, bu savaş Ehud Barak'la Tzipi Livni'nin seçim kampanyasının utanmazca ve açık bir parçası.
Ehud Barak'ı Knesset'te* daha fazla sandalye elde etmek için İsrail Savunma Kuvvetleri askerlerini istismar etmekle suçluyorum.
Tzipi Livni'yi Başbakan olmak için karşılıklı kıyımın avukatlığını yapmakla suçluyorum.
Ehud Olmert'i yozlaşma ve yolsuzluğun üstünü feci bir savaşla kapatmaya çalışmakla suçluyorum.
Bu kürsüden, bu cesur ve ahlaklı topluluğun adına onlara sesleniyorum: Savaşı derhal durdurun! Askerlerimizin ve sivillerin hiçbir şey uğruna kanının akmasına son verin! Gazze'de yaşayanların kanının akmasına son verin!
Kara istilası, bir felaket daha yaratacak. Karşılıklı katliam ve çok daha berbat savaş suçlarına neden olacak.
Bu savaşın sonunda, savaş suçları nedeniyle tutuklanmaktan korkmadan Avrupa topraklarına ayak basabilecek bir tek general bile olmayacak.
Bize başka seçenek olmadığı söyleniyor. Doğru değil!!
Şimdi, şu an bile bir ateşkes mümkün. Eğer bu cinai kuşatmayı kaldırır, Gazze halkının saygınlık içinde yaşamasına izin verirsek, eğer Hamas'la konuşursak.
Güney'in halkına, Sderot, Aştot ve Birüssebi'nin** halkına seslenmek istiyorum: Acınızı biliyoruz. Sizinle birlikte yaşamasak da hepimiz iyi biliyoruz.
Ama aynı zamanda, bu savaşın durumunuzu değiştirmeyeceğini de biliyoruz.
Siyasetçiler sizi istismar ediyor, siyasetçiler savaşı sizin sırtınızdan yürütüyor. Bunu siz de biliyorsunuz!
Olmert, Barak ve Livni'ye sesleniyorum: Gazze'ye askerleri göndermeyin! Üçünüz de savaş suçlarıyla suçlanacaksınız. Üçünüz de bedelini ödeyeceksiniz.
Bugün sizi selamlayan İsrail'de kitleler, yarın sizi cezalandıracak. Bu İkinci Lübnan Savaşı'nda gerçekleşti. Bu kez de gerçekleşecek!
Ve burada olan sizler, kadınlar ve erkekler, Yahudiler ve Araplar... Bu korkunç savaşı ilk gününden, ilk dakikasından protesto eden ve lanetleyenler. Gerçek kahraman sizlersiniz!
Kendinizle çok gurur duyabilirsiniz, çünkü bir histeri ve cehalet kasırgasının ortasında dikilip hiçbir yere savrulmuyorsunuz! Akıl sağlığınızı koruyorsunuz, yalnızca evde değil, burada, caddede de!
Dünyanın her yerinde milyonlar sizi selamlıyor, her birinizi.
Bir insan, bir İsrailli, bir barış arayıcısı olarak bugün burada olmaktan gurur duyuyorum. (TK)
* Knesset: İsrail parlamentosu
** Hamas'ın roket fırlattığı İsrail kentleri. Birüssebi: Beersheba.
*** Avnery'nin konuşmasını İngilizce çevirisinden Tolga Korkut Türkçeleştirdi.