Bu blog Emeğin Yoldaşlığına ; Çokluğun emeğinin arşivlenmesine bir katkı olsun diye, HERKESİN,AMA HİÇKİMSENİN şiarıyla var...İSYAN,KOMÜN,ÖZGÜRLÜK...
DUYGULANIYORUM,ÖYLEYSE VARIM...

Bu Blogda Ara

Spinoza

Spinoza'dan Neşe ve Keder olarak yapılan çeviriye karşı ;Cüret ve dumur kavramlarını öneriyoruz...

Hayat Akıyor...

İsyan Büyütür...

İsyan Büyütür...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Toplumsal Ücret Hakkı

Negri ve Otonomist marksist harekete yönelik toplumsal ücret hakkı talebi nedeniyle konuya vakıf olmayan eleştiriler yapılıyor.Deniliyor ki, toplumsal ücret- ki eleştiri sahipleri ısrarla vatandaşlık ücreti olarak ifadelendiriyor-sistem içi bir  taleptir ;işçileri üretimin dışına iter, madun konumuna sokar, sermayenin insafına bırakır, bu nedenle bunu istemek yerine istihdamı, sendikayı, sosyal hakları vb .istemek doğrudur.

Aşağıda Negri ve Hardt'ın konu hakkındaki kısa görüşlerini okuyacaksınız; ama konu hakkında ben de bir iki kelam etmek istiyorum.
İlk olarak şunu hemen belirtmeliyiz ki; Otonomist marksist hareket işçileşmeyi, sermayeyi devindiren ve üreten  bir durum olarak görür.Sınıflaşmaya karşı sınıfsızlaşmayı savunurken ret stratejisi de denilen ,çalışmayı reddetme hakkını da bu sınıfsızlaşma stratejisinin alet çantasındaki araçlarından biri olarak kabul eder.
İkinci olarak ücret ve sermayenin krizi arasında doğrudan bir paralellik var. Marks'tan Negri'ye ücret mevzusu kapitalizm için  kendi krizini hazırlayan önemli bir mefhumdur.Artı değerden, değerin ölçülemezliğine kadar bütün değer analizlerde ücret temel momentlerden biridir...Toplumsal ücret hakkı da tamamen bu konuyla ilgilidir...
İstihdam, sendika hakkı vb. talepler işçileşmeyi, sınıflaşmayı üretir; kapitalizmi besler, sermaye ve işçi diyalektiğini kurar ve savunur. Bu talepler tamamen reformcu ve daha net ifadeyle zamanın ruhunu da kaçıran taleplerdir. 
Toplumsal ücret hakkı, bir talep değil bir hakkın varlığının tescilidir. Muhatabı ne devlet ne de  sermayedir bir elegeçirme stratejisidir. İsyanın rengine çalınmış bir fırça darbesidir. Muhatabı yine isyanın öznelliğidir...
Şimdi Negri ve Hardt'a sözü bırakalım...
 
SONSUZ YOLLAR (KÜRESEL YURTTAŞLIK HAKKI)


Çokluğun kuruluşu öncelikle çokluğu sınırsız bir mekanda kuran bir
uzamsal hareket olarak belirir. Metaların hareketliliği ve dolayısıyla
emek gücü gibi özel bir metanın hareketliliği birikimin temel koşulu
olarak doğduğu günden beri kapitalizmin sağladığı bir imkandır. Ne
var ki, bireylerin, grupların ve kitlelerin bugün İmparatorlukta gördü-
ğümüz türden bir hareketliliği tamamen kapitalist birikim yasasıyla
açıklanamaz; bu hareket her adımında ölçü sınırlarını aşar ve parçalar.
Çokluğun hareketleri yeni uzamlara şekil verir; yolculukları yeni yer-
leşim alanları kurar. Otonom hareket çokluğa yaraşır yeri belirleyen
şeydir. Pasaportlar ve yasal belgeler sınırlar aşırı hareketlerimizi gide-
rek daha az düzenlemeye muktedirdir. Bedenlerin üretken akışları ye-
ni ırmakları ve limanları tanımlarken, çokluk tarafından yeni bir coğ-
rafya kurulur. Yeryüzü şehirleri birdenbire ortaklaşan insanlığın büyük
hangarları ve dolaşımın lokomotifieri, geçici yerleşim yerleri ve yaşa-
yan insanlığın kitlesel dağıtım ağları haline geliyor.
Çokluk dolaşım yoluyla uzamı yeniden ele geçirir ve kendini aktif
bir özne olarak kurar. Öznelliğin bu kurucu sürecinin nasıl işlediğine
baktığımızda görürüz ki, yeni uzamlar olağandışı topolojiler, alttan al-
ta hareketli ve kabına sığmaz rizomlar, kaderin yeni yollarını gösteren
coğrafi mitolojilerle açıklanır. Bu hareketler sıklıkla dehşetli acılar pa-
hasına olur; ama bu hareketlerde ayrıca, etrafında yeni özgürlüklerin
kurulduğu yeni uzamları tekrar ele geçirmedikçe tatmin olmayan bir
özgürlük arzusu da vardır. Yollarının geçtiği ve ulaştıkları her yerde bu
hareketler yeni hayat ve ortak faaliyet biçimlerini belirler; bu hareket-
ler her yerde zenginlik yaratır; aksi halde asalak postmodern kapita-
lizm proletaryanın kanını nasıl emeceğini bilemezdi, çünkü bugün üre-
tim giderek daha fazla hareket ve ortaklaşalık, çıkış [exodus] ve cema-
at içinde gerçekleşiyor. Meksikalı göçmen işçiler olmaksızın ABD ta-
rımı ve hizmet sektörünü ya da Filistinliler ve Pakistanlılar olmaksızın
Arap petrolünü düşünmek mümkün müdür? Kaldı ki, kapitalist servet
ve özgürlüğün parlak ufuklarına doğru harekete geçen büyük kitlelerin 399
"kaçak emekleri" olmaksızın, Avrupa'da, ABD'de ve Asya'da tasarım-
dan modaya, elektronikten bilime, maddi olmayan üretimin yenilikçi
büyük sektörleri olur muydu? Kitlesel göç üretim için zorunlu hale
geldi. Her yol düşünüldü, haritası çıkarıldı ve kat edildi. Görünen o ki,
bir yol ne kadar yoğun denenmiş ve ne kadar zahmetliyse, o kadar çok
üretici hale gelmektedir. İmparatorluğun üzerine yaydığı sis perdesi ve
karışıklıktan "yeryüzü şehri" bu yollar sayesinde kurtulur. Bu şekilde
çokluk, toprakları geniş ve yaygın olarak yeniden ele geçirme amacıy-
la yolculuk yaparak ve kendini göstererek, kendi otonomluğunu olum-
layacak gücü kazanır.
Bununla birlikte, hareket halindeki çokluğu n potansiyel otonomlu-
ğunu tanımak ancak bize gerçek sorunu gösterir. Kavramamız gereken
çokluğu n nasıl örgütlendiği ve pozitif bir politik güç olarak nasıl yeni-
den tanımlandığıdır. Buraya kadar bu politik gücün potansiyel varolu-
şunu sadece biçimsel [formal] terimlerle anlatabildik. Çokluğu n bilin-
cinin ve politik örgütlenişinin olgunlaşmış biçimlerini irdelemeksizin,
İmparatoruğun emek gücünün bu yer temelindeki hareketlerinde daha
şimdiden ne kadar güçlü olduğunu görmeksizin, bu noktada durmak
yanlış olurdu. Çokluk hareketlerinin kendiliğindenliği içindeki ve öte-
sindeki kurucu bir politik eğilimi nasıl tanıyacağız (ya da ortaya çıka-
racağız)?


Bu soruya ilk başta, bu hareketleri bastıran İmparatorluk politikala-
rını ele alarak, karşı ta:aftan yaklaşabiliriz. İmparatorluk gerçekte bu
yolları nasıl denetleyeceğini bilmiyor ve bu göç hareketleri kapitalist
üretim için gerekli olduğunda bile sadece katılanları cezalandırmaya
çalışıyor. Güney Amerika'dan Kuzey Amerika'ya uzanan muazzam
boyutlu göçlerin güzergahı asıl kendileri uyuşturucu üreten büyük ilaç
şirketleri tarafından inatla "kokain yolu" olarak adlandırılıyor; ya da
Kuzey Afrika ve alt-Sahra Afrika'sından göçlerin eklemlenme çizgile-
ri Avrupalı liderler tarafından "terörizmi n yolları" olarak alınıyor; ya
da Hint Okyanusu'nu geçerek kaçmaya zorlanan nüfusa "Arap cerıne-
ti"nin köleleri gözüyle bakılıyor vb. Bütün bunlara rağmen nüfus ha-
reketleri de sürüyor. İmparatorluk, politik meşruluk kazanmalarının
önüne geçmek için, çokluğun uzamsal hareketlerini kısıtlamak ve ya-
lıtmak zorundadır. Bu açıdan bakıldığında, İmparatorluğun çeşitli
ulusçu ve köktenci güçlerden yararlanması son derece önemlidir (Bkz.
Bölüm 2.2 ve 2.4). Ayrıca, İmparatorluğun bu kural tanımayan asi güç-
leri düzene sokmak için kendi asker ve polis kuvvetlerini seferber edi-
şi de aynı oranda önemlidir.' Ne var ki, bu emperyal pratikler kendi
400başlarına hala çokluğu n kendiliğinden hareketlerinin tamamının
yaşadığı politik gerilimle başa çıkamıyor. Bütün o baskıcı uygulama-
lar öz olarak çokluk ve hareketlerine dışsalolarak kalıyor. İmparator-
luk ancak yalıtabilir, bölebilir ve ayırabilir. Emperyal sermaye gerçek-
te çokluğun hareketlerine yılmaz bir kararlılıkla saldırıyor: İmparator-
luk denizleri ve sınırları boyunca devriye geziyor; tek tek her ülke
içinde bölüp ayırıyor; ve emek dünyasında ırk, toplumsal cinsiyet, dil,
kültür vb. arasında çatlakları ve sınırları güçlendiriyor. Ama bu durum-
da bile İmparatorluk, çokluğun üretkenliğine aşırı kısıtlama getirme-
meye dikkat eder, çünkü kendisi de bu güce bağımlıdır. Çokluğu n ha-
reketlerinin dünya sahnesinde her zaman daha geniş alanlara yayılma-
sına izin verilmek zorundadır ve çokluğu bastırma girişimleri gerçek-
te paradoksaldır, çokluğun gücünün tersyüz edilmiş tezahürleridir.
Bu durum bizi temel sorularımızla yüz yüze getirir: Çokluğu n ey-
lemleri nasıl politik olabilir? Çokluk İmparatorluğun baskısına ve dur-
mak bilmez bölgesel ayrımcılığına karşı enerjilerini nasıl örgütleyebi-
lir ve yoğunlaştırabilir? Bu sorulara verebileceğimiz tek yanıt şudur:
Çokluğun eylemi asılolarak İmparatorluğun merkezi baskıcı faaliyet-
leri karşısına doğrudan ve yeterli bir bilinçle dikildiği zaman politik
hale gelir. Bu, emperyal girişimleri tanıma ve onlarla baş etme, bunla-
rın sürekli olarak düzeni yeniden kurmalarına imkan vermeme mese-
lesidir; bu, yeni kolektif emek gücüne dayatılan sınırları ve ayrımları
aşma ve parçalama meselesidir; bu, direniş tecrübelerini bir araya
getirme ve onları uyum içinde emperyal komuta mekanizmalarının si-
nir merkezlerine karşı donanımlı hale getirme meselesidir.
Yine de, çokluğu n bu görevi, kavramsal düzeyde açık olmakla bir-
likte, oldukça soyut kalıyor. Hangi özgün ve somut pratikler bu politik


3. imparatorluğun askeri gücü için, bkz. Manuel De Landa, War in the Age of lntel-
ligent Machines (New York: Zone, 1991).
projeye can verecek? Bu noktada bir şey söyleyemiyoruz. Ama yine de
küresel çokluk için bir politik programın ilk unsurunu, ilk politik tale-
bi görebiliyoruz: küresel yurttaşlık: Resmi izin belgesi olmadan Fran-
sa'da yaşayan yabancılar, san s papiers, için 1996 yılında yapılan gös-
terilerde "Papiers pour tous!'" pankartıarı açılmıştı. Herkes için otur-
ma belgesi her şeyden önce herkesin yaşadığı ve çalıştığı ülkede tam
yurttaşlık haklarına sahip olması gerektiği anlamına gelir. Bu bir Ütop-
ya ya da gerçekçi olmayan bir politik talep değildir. Bu talep sadece in-
sanların yasal statüsünün son yıllarda yaşanan somut ekonomik dönü-
şümlere uygun olarak yeniden düzenlenmesidir. Sermayenin kendisi
emek gücünün daha fazla hareketliliğini ve ulusal sınırları aşan sürek-
li göçü talep etmektedir. Daha gelişmiş bölgelerdeki (Avrupa, ABD ve
Japonya yanında Singapur, Suudi Arabistan vb.) kapitalist üretim hiç
tartışmasız dünyanın bağımlı bölgelerinden işçilerin o bölgelere göçü-
ne bağımlıdır. Dolayısıyla, bu politik talep kapitalist üretimin zaten var
olan gerçeğinin yasalolarak da tanınması ve bütün işçilere tam yurt-
taşlık haklarının verilmesinden başka bir şey değildir. Aslında bu poli-
tik talep postmodern dönemde emekle hakkı birbirine bağlayan temel
modern kuruluş ilkesinde ısrar eder ve böylelikle sermayeyi yaratan iş-
çileri yurttaşlıkla ödüllendirir.
Bu talep postmodern İmparatorluk koşulları bakımından daha ge-
nel ve daha radikal bir biçimde de düzerılenebilir. İlk uğrakta çokluk "
her dev letin sermaye için zorunlu olan göçleri yasalolarak tanımasını
talep ederse, ikinci uğrakta göç hareketlerini kendisi kontrol etmeyi ta-
lep etmelidir. Çokluk göçün olup olmayacağı, olacaksa nereye ve na-
sıl olacağına karar vermeye muktedir olmalıdır. Çokluk aynı şekilde
yerinden kımıldamama ve bir yerlere göçrnek yerine sürekli olarak bir
yerde yaşama hakkına da sahip olmalıdır. Kendi hareketini kontrol
hakkı, çokluğun nihai küresel yurttaşlık talebidir. Bu talep, çokluğun
üretimi ve hayatı üzerinde temel ernperyal kontrol aygıtına meydan
okuduğu oranda radikaldir. Küresel yurttaşlık çokluğu n uzam üzerin-
deki kontrolü yeniden ele geçirme ve böylelikle yeni haritalar çizme
gücüdür.


 ZAMAN VE BEDEN (BiR TOPLUMSAL ÜCRET HAKKl)


Şimdiye kadar ele aldığımız uzamsal boyutlara ek olarak hareketli
çokluğun sonsuz yolları üzerinde pek çok unsur ortaya çıkar. Özel ola-
• Fr., herkese resmi belge! (ç.n.) rak çokluk zamanı denetimine alır ve emekteki dönüşümlere odaklanarak tanıyabileceğimiz yeni zamansallıklar kurar. Yeni zamansallıkların
bu kuruluşunu anlamak, çokluğu n nasıl somut bir politik eğilim olarak
kendi eylemini bütünlüklü kılma potansiyeli taşıdığını görmemize yar-
dımcı olacaktır.
Biyo-politik üretimin yeni zamansallıkları geleneksel zaman kavra-
yışları çerçevesinde anlaşılamaz. Aristo Fizik'te zamanı bir önceyle bir
sonra arasındaki hareketin ölçüsü olarak tanımlar. Aristo' nun tanımı
zamanı bireysel deneyimden ve tinselcilikten ayırmasıyla muazzam bir
değere sahiptir. Zaman çokluğu n hareketlerinde vücut bulan ve yaşa-
yan kolektif bir deneyimdir. Ne var ki, Aristo burada durmayarak çok-
luğun deneyimi tarafından belirlenen bu kolektif zamani aşkın bir öl-
çü birimine indirgemiştir. Aristo'dan Kant'a ve Heidegger'e kadar, bü-
tün Batı metafiziğinde zaman sürekli olarak bu aşkın mekana yerleşti-
rilmiştir. Modern dönemde, gerçeklik ölçü olmaksızın anlaşılamaz; bu-
na karşılık ölçü aşkın bir düzende varlığın etrafı kuşatan (gerçek ya da
biçimsel) bir öncelolmaksızın kavranamaz. Ancak postmodern dö-
nemde bu gelenekten gerçek bir kopuş olmuştur; bu kopuş, Aristo'nun
tanımındaki zamanın bir kolektif kuruluş olduğu yolundaki ilk unsu-
ruyla değil, ikinci aşkın formülasyonla ilgilidir. Postmodern dönemde
zaman artık herhangi bir aşkın ölçü, bir öncel tarafından belirlenmez;
zaman doğrudan varoluşla ilgilidir. Aristocu ölçü geleneğinin parça-
landığı yer burasıdır. Aslında, bizim açımızdan, zamansallığın aşkınlı-
ğı kesin olarak emeği, uylaşımla ya da hesapla, ölçmenin artık imkan-
sız oluşuyla yıkılmıştır. Zaman yeniden tamamen kolektif varoluşa ta-
bi hale gelmiş ve böylelikle çokluğu n ortak faaliyetine yerleşmiştir.
Çokluğu n içinde şekillenen ve yeniden şekillenen ortak faaliyet,
kolektif varoluş've iletişim ağları yoluyla, zaman içkinlik alanında ye-
niden kazanılır. Zaman verili bir öncel değildir; kolektif eylemin dam-
gasını taşır. Çokluğu n emeğinin yeni fenomenolojisi emeği, ortak fa-
aliyet yoluyla, kendisine dayatılan her türlü engeli aşan ve dünyayı
durmaksızın yeniden yaratan temel yaratıcı eylemlilik olarak açığa çı-
karır. Çokluğun eylemliliği ölçü ötesi zamanı oluşturur. Böylelikle za-
man bir önceyle bir sonra arasındaki hareketin ölçülemezliği, içkin bir
kuruluş süreci olarak tanımlanabilir.' Ontolojik kuruluş süreçleri, öz-
nelliğin üretimi tarafından örülen yeni dokular boyunca, ortak faaliye-
4. Zamanın kuruluşu üzerine, bkz. Antonio Negri, La costituzione del tempo (Roma:
Castelvecchi, 1997); ve Michael Hardt, "Prisan Time," Genet: In the Language of the
Enemy, Yale French Studies, no. 91 (1997),64-79. Bkz. ayrıca, Eric Alliez, Capital
Times, çev.: Georges Van Den Abeel (Minneapolis: University of Minnesota Press,
1996).
tin kolektif hareketleri yoluyla açılıp serpilir. Bu ontolojik kuruluş
mekanı, yeni proletaryanın kurucu bir güç olarak ortaya çıktığı yerdir.
Bu yeni bir proletaryadır, yeni bir endüstriyel işçi sınıfı değiL. Bu
temel bir ayrımdır. Daha önce açıkladığımız gibi, "proletarya" emeği
sermaye tarafından sömürülen herkesi, ortaklaşan çokluğu n hepsini ta-
nımlayan genel bir kavramdır (Bölüm 1.3). Endüstriyel işçi sınıfı, ser-
mayenin değeri ölçüye indirgeyebildiği dönemde, proletaryanın ve
proleter devrimlerin tarihinde sadece kısmi bir uğrağı temsil ediyordu.
Bu dönemde yalnızca ücretli işçilerin emeği üretken görülüyor ve bu
nedenle emeğin diğer bütün kesimleri sadece yeniden üretici, hatta
üretici olmayan bir şeyolarak görülüyordu. Ne var ki, İmparatorluğun
biyo-politik bağlamında, sermayenin üretimi her zamankinden daha 403
 fazla bizatihi toplumsal hayatın üretimi ve yeniden üretimiyle birleşir;
dolayısıyla üretici, yeniden üretici ve üretici olmayan emek arasındaki
ayrımları savunmak her zamankinden daha zorlaşır. Emek, ister mad-
di ya da maddi olmayan emek, isterse kafa ya da kol emeği olsun, top-
lumsal hayatı üretir ve yeniden üretir ve bu süreçte sermaye tarafından
sörnürülür. Biyo-politik üretimin bu geniş çerçevesi sonuçta proletarya
kavramının genelliğini kavramamıza imkan verir. Biyo-politik bağ-
lamda üretimle yeniden üretim arasında zaman içinde ayrımın ortadan
kalkması da bir kez daha zaman ve değerin ortak ölçülemezliğine ışık
tutar. Emek fabrika duvarları dışına çıktıkça, çalışma gününün herhan-
gi bir ölçüsüne ilişkin bir kurgu yu savunmak ve böylece üretim zama-
nıyla yeniden üretim zamanını ya da çalışma zamanıyla boş zamanı
birbirinden ayırmak giderek zorlaşır. Biyo-politik üretim alanında ça-
lan saatler yoktur; proletarya bütün genelliğiyle, her yerde, bütün gün
boyunca üretir.
Biyo-politik üretimin bu genelli ği çokluğu n programatik ikinci po-
litik talebini açığa çıkarır: herkes için bir toplumsal ücret ve garantilir/
hir gelir. Toplumsal ücret her şeyden önce aile ücretine karşı çıkar; ai-
le ücreti, emeğin cinsel bölünmesinin temel silahıdır, bu sayede erkek
işçilerin üretici emeği için ödenen ücret aynı zamanda işçinin karısı ve
ona bağımlı evindeki diğerlerininödenmemiş yeniden üretici emeği
için de ödenmiş sayılır. Aile ücreti ailenin kontrolünü tamamen erkek
ücretlinin ellerine teslim eder ve hangi emeğin üretici ve hangisinin
üretici olmadığına ilişkin yanlış bir anlayışı besler. Üretici ve yeniden
üretici emek arasındaki ayrım silindikçe, aile ücretinin meşruluğu da
silinir. Toplumsal ücret aileyi aşarak bütün çokluğa, hatta çalışmayan-
lara uzanır; çünkü bütün çokluk üretir ve onun üretimi toplam toplum-
sal sermaye açısından zorunludur. Postmodernliğe ve biyo-politik üre-
time geçiş sürecinde, emek gücü giderek kolektif ve toplumsal hale ge-
lir. Emeğin bireyselleştirilernediği ve ölçülemediği bir ortamda eski
"eşit işe eşit ücret" sloganını desteklemek bile mümkün değildir. Top-
lumsal bir ücret talebi bütün nüfusu kapsayacak şekilde, sermayenin
üretimi için zorunlu olan bütün faaliyetlere eşit bir karşılık verilmesi
talebidir; öyle ki, toplumsal bir ücret aslında garanti edilmiş bir gelir-
dir. Yurttaşlık herkesi kucakladığında, bu garantili ücrete toplumun bir
üyesi olarak herkesin hakkı olan bir yurttaşlık geliri diyebiliriz.


D. TELOS (YENİDEN SAHİPLENME HAKKı)


Biyo-politik üretimin emperyal alanıyla hayat örtüşme eğilimine gir-
diğinden, sınıf mücadelesi hayatın bütün alanlarında patlama potansi-
yeli taşır. Şimdi göğüslernek zorunda olduğumuz sorun, sınıf mücade-
lesinin somut örneklerinin fiili olarak nasıl doğabileceği; dahası bu
mücadelelerin, nasıl tutarlı bir mücadele programı, düşmanı yok etme-
ye ve yeni bir toplum kurmaya yetecek bir kurucu güç oluşturabilece-
ği sorunudur. Aslında sorun şudur: Çokluğu n bedeni kendisini nasıl bir
telos olarak kurabilir?
Çokluğun telosunun birinci özelliği dilin ve iletişimin anlamıyla il-
gilidir. Eğer iletişim giderek üretimin dokusu haline gelmiş ve eğer dil-
selortaklaşalık giderek üretici bedenselliğin yapısı haline gelmişse,
dilsel anlam ve duyu, iletişim ağları üzerindeki kontrol politik müca-
delenin çok önemli bir meselesi haline gelir. Jürgen Habermas bu ger-
çeği anlamış görünüyor, ama Habermas dil ve iletişimin özgürleştirici
işlevlerinisadece bireye ve toplumun yalıtılmış kesimlerine bahseder.'
Postmodernliğe ve İrnparatorluğa geçiş yaşam dünyasının böylesi bö-
lümlere ayrılmasına izin vermez; iletişim, üretim ve hayatı doğrudan
karmaşık bir bütün, açık bir çatışma alanı olarak sunar. Bilim teoris-
yenıeri ve uygulayıcıları uzun zamandır bu çatışma alanlarıyla ilgilerı-
mektedir, ama bugün (ister maddi isterse maddi olmayanemek, ister
kafa isterse kol emeği olsun) emek gücünün tamamı dilin anlamları
üzerinde ve sermayenin iletişimsel toplumsallık alanını kolonileştir-
mesine karşı mücadeleye girmektedir. çürümenin ve sömürünün tüm
unsurlarını bize dayatan dilsel ve iletişimsel üretim rejimleridir; bun-
ları sözcüklerde yok etmek fiili olarak yok etmek kadar acil bir görev-
5. Bkz. Jürgen Habermas, Theory of Communicative Actian, çev.: Thomas McCarthy
(Boston: Beacon Press, 1984). Andre Gorz, Farewell to the Working Class, çev.: Mic-
hael Sonen-scher (Boston: South End Press, 1982) adlı kitabında benzer bir biçimde
proletaryanın bir kesimini üretimin yeni iletişimsel hatlarıyla ilişkili olarak alıyor.
özelliğidir. Burada bilinç ve istenç, dil ve makineden tarihin kolektif
kurulmasını desteklemesi istenir. Oluşun tezahürü çokluğu n deneyimi
ve pratiğinden başka bir şey değildir. Bu nedenle, kuruluştan çok do-
layım yoluyla oluşmuş bir kolektif tahayyül eden diyalektiği n gücü ta-
mamen tükenmiştir. Tarih yapmak bu anlamda çokluğu n hayatını kur-
maktır.
Dördüncü özellik biyo-politikayla ilgilidir. Basitçe ve doğrudan
doğruya dil ve teknolojinin anlamları üzerine mücadelede canlı eme-
ğin öznelliği şunu ortaya çıkarır: Yeni bir dünyanın kuruluşunun kolek-
tif bir aracından söz etmek, hayatın gücü ve onun politik örgütlenmesi
arasındaki bağlantıdan söz etmektir. Politik, toplumsal, ekonomik ve
 yaşamsal burada hep birliktedir ve bunlar birbirleriyle ilişkilidir ve
karşılıklı yer değiştirebilir. Çokluğu n pratikleri bu karmaşık ve birlik-
çi ufku -hem antolojik hem de tarihselolan bir ufku- kuşatır, İşte bu-
rası, biyo-politik dokunun kurucu, kuruluşu oluşturan, güce açıldığı
yerdir.
Böylelikle, beşinci ve son özellik çokluğu n kurucu gücüyle -daha
doğrusu kendi kuruluşuna kendisi şekil veren çokluğu n yaratıcı mu~
hayyilesinin ürünüyle- doğrudan ilişkilidir. Bu kurucu güç radikal ve
ilerlemeci bir dönüşüm sürecine sürekli açılışı mümkün kılar. Bu güç
eşitlik ve dayanışmayı; temelolan ama modern kuruluşlar tarihi bo-
yunca soyut kalan bu talepleri anlaşılır hale getirir. Postmodern çoklu-
ğun ABD Anayasası'ndan kendisini, bütün öteki kuruluşların ötesinde
ve karşısında, bir emperyal kuruluş haline getiren şeyi, onun özgürlü-
ğün sınırsızlığı nosyonunu ve bir kurucu iktidarda kutlanan açık bir
uzamsaltık ve zamansallık tanımlamasını alması şaşırtıcı olmasa ge-
rektir. Bu yeni olabilirlikler ufku hiçbir biçimde neyin olacağına iliş-
kin güvence sağ-lamaz. Yine de, böylesi kayıtlara rağmen, geleceği ön-
ceden gösteren somut bir şey vardır: Yürek atışlarını hissedebildiğimiz
telos, arzu içinde kurduğumuz çokluk.
Şimdi artık çokluğu n üçüncü politik talebini formüle edebiliriz: Ye-
niden sahiplenme hakkı. Yeniden sahiplenme hakkı her şeyden önce
üretim araçlarını yeniden sahiplenme hakkıdır. Sosyalistler ve komü-
nistler uzun zamandan beri proletaryanın üretimde kullandığı makine-
ler ve materyallere özgürce erişmesini ve onları kontrol etmesini talep
etmektedir. Ne var ki, maddi olmayan ve biyo-politik üretim bağlamın-
da, bu geleneksel talep yeni bir biçim alır. Çokluk makineleri yalnızca
üretmek için kullanmaz, aynı zamanda, üretim araçları giderek çoklu-
ğun zihni ve bedeniyle bütünleştikçe, kendisi de giderek maşinik [mac-
hinic] hale gelir. Bu bağlamda, yeniden sahiplenme bilgi, enformas-
yon, iletişim ve duygulanımlara özgür erişim ve onlar üzerinde kont-
rol demektir; çün~ü bunlar biyo-politik üretimin asli araçlarından ba-
zılarıdır. Sırf bu üretici makinelerin çoklukla bütünleşmiş olması çok-
luğun onlar üzerinde denetim kurduğu anlamına gelmez. Bu, daha çok,
çokluğun yabancılaşmasını daha acımasız ve kırıcı yapar. Yeniden sa-
hiplenme hakkı gerçekte çokluğun kendini kontrol ve otonom kendini
üretim hakkıdır.    

Antonio Negri-Michael Hardt 
İmparatorluk sf.398-404