Bu blog Emeğin Yoldaşlığına ; Çokluğun emeğinin arşivlenmesine bir katkı olsun diye, HERKESİN,AMA HİÇKİMSENİN şiarıyla var...İSYAN,KOMÜN,ÖZGÜRLÜK...
DUYGULANIYORUM,ÖYLEYSE VARIM...

Bu Blogda Ara

Spinoza

Spinoza'dan Neşe ve Keder olarak yapılan çeviriye karşı ;Cüret ve dumur kavramlarını öneriyoruz...

Hayat Akıyor...

İsyan Büyütür...

İsyan Büyütür...

21 Mart 2010 Pazar

İktidarı Almadan Dünyayı Değiştirebilir miyiz?

John Holloway

6 Nisan 2005


Çeviren: Akın Sarı

Cevabı bilmiyorum. Belki de iktidarı almadan dünyayı değiştirebiliriz. Belki de değiştiremeyiz. Başlangıç noktası –sanırım, hepimiz için- belirsizliktir, geleceğe dönük ortak bir araştırmadır.

2. Geleceğe dönük bir yol arıyoruz, çünkü kapitalizmin insanlık için bir felaket olduğu gitgide açıklık kazanıyor. Toplumun örgütlenmesinde radikal bir değişim, yani, devrim hiç olmadığı kadar acildir. Ve eğer etkili olacaksa bu devrim ancak dünya devrimi olabilir.

3. Ancak dünya devriminin bir hamlede başarılması olası değildir. Devrimi tasavvur edebileceğimiz tek yol, kapitalizmin çatlaklarında meydana gelen bir devrim, kapitalizm varlığını sürdürürken dünyada alanlar işgal eden bir devrimdir. Sorun bu çatlakları nasıl tasavvur ettiğimizdir, bu çatlakları devletler şeklinde mi yoksa başka biçimlerde mi düşünüyoruz.

4. Bunu üzerine düşünürken, bulunduğumuz yerden, bizi Porto Alegre’ye getiren birçok isyan ve itaatsizlikten başlamalıyız. Dünya isyanlarla, kapitalizme HAYIR diyen insanlarla dolu: HAYIR, yaşamlarımızı kapitalizmin emirlerine göre yaşamayacağız, sermayenin yapmamızı istediği değil, gerekli ya da arzulanır olduğunu düşündüğümüz şeyi yapacağız. Bazen kapitalizmi dört bir yandan kuşatıcı bir tahakküm sistemi olarak düşünürüz ve böyle isyanların her yerde var olduğunu unuturuz. Zaman zaman bu isyanlar o kadar küçüktür ki katılanlar bile bunları ret olarak algılamaz, bununla birlikte bu isyanlar çoğunlukla geleceğe dönük alternatif bir yol arayan kolektif projelerdir ve bazen Lacandon ormanı ya da üç yıl öncesinin Arjantinlileri veya sadece bir yıl önce Bolivya’daki isyan kadar büyüktürler. Bütün bu itaatsizlikler öz belirlenim yönünde bir girişimle, “Hayır, bize ne yapacağımızı söyleyemezsiniz, kendimiz için ne yapmamız gerektiğini biz kararlaştıracağız” diyen bir dürtüyle nitelenir. Bu karşı çıkışlar kapitalist tahakküm sisteminde yarıklar, çatlaklar olarak görülebilir. Kapitalizm ekonomik bir sistemden çok bir komuta sistemidir. Kapitalistler, para aracılığıyla, ne yapmamız gerektiğini söyleyerek bizleri idare eder. İtaat etmeyi reddetmek sermayenin idaresini sona erdirmektir. Bundan sonra bizim açımızdan sorun bu karşı çıkışları, tahakküm yapısındaki bu çatlakları nasıl çoğaltacağımız ve yaygınlaştıracağımızdır.

5. Bunu düşünmenin iki yolu vardır.

a) Birinci yol bu hareketlerin, bu çok sayıdaki itaatsizliğin eğer bir araya getirilmezse, eğer bir amaca yönlendirilmezlerse olgunluktan ve etkiden yoksun olacağını söyler. Onlara göre etkin olmak için, bu hareketlerin -ya seçimler yoluyla ya da mevcut devleti alaşağı ederek ve yeni, devrimci bir devletin kurulması yoluyla- devlet iktidarının zaptı yönünde yönlendirilmesi gerekir. Bütün bu itaatsizlikleri bu amaç doğrultusunda yönlendirecek örgütsel biçim partidir.

Devlet iktidarını alma sorunu bugünkü örgütlenmeden başlayarak gelecek amaçlara ilişkin bir sorun değildir. Bugün kendimizi nasıl örgütlemeliyiz? Hoşnutsuzluğumuzu devlet iktidarının elde edilmesine odaklayan bir örgütsel biçime, bir partiye mi katılmalıyız? Ya da başka bir şekilde mi örgütlenmeliyiz?

b) İtaatsizliklerin yayılması ve çoğalmasına ilişkin ikinci düşünme biçimi “Hayır, bütün bu isyanlar bir parti biçimi içerisinde kullanılmamalı, serbestçe gelişmeli, mücadelenin onları götürdüğü yolda gitmelidir” demektir. Bu hiçbir koordinasyon olmamalı demek değildir, ancak daha gevşek bir koordinasyon olmalıdır. Her şeyden önemlisi, temel başvuru noktası devlet değil, yaratmak istediğimiz toplumdur.

6. İlk anlayışa karşı temel argüman bunun bizi yanlış yöne sürüklediğidir. Devlet bir şey değildir, nötr bir nesne değildir: devlet toplumsal ilişkilerin bir biçimi, örgütün bir biçimi, sermayenin egemenliğini sürdürme ya da geliştirme maksadıyla birkaç yüzyıldır geliştirilmiş bir işleyiş biçimidir. Eğer mücadelelerimizi devlet üzerinde yoğunlaştırırsak, ya da temel başvuru noktamız olarak devleti alacak olursak, devletin bizi belli bir yöne çektiğini anlamalıyız. Her şeyden önemlisi, devlet bize mücadelelerimizin toplumdan ayrılmasını dayatmaya, mücadelemizi iktidarın alınması için, devrim adına değiştirmemize çalışır. Liderleri kitlelerden, temsilcileri temsil edilenlerden ayırır, bizi farklı bir konuşma biçimine, farklı bir düşünme biçimine çeker. Bizi gerçeklikle uzlaşma sürecine çeker ve bu gerçeklik sömürü ve adaletsizliğe, cinayet ve yıkıma dayanan bir toplumsal örgütlenme biçiminin, kapitalizmin gerçekliğidir. Ayrıca bizi meseleleri nasıl hallettiğimizin uzamsal tanımı içerisine, devletin alanı ve dış dünya arasında, yurttaşlar ve yabancılar arasında net bir ayrım yapan uzamsal bir tanım içersine çeker. Bizi sermayenin küresel hareketiyle aşık atmak konusunda hiç ümidi olmayan uzamsal bir mücadele tanımına çeker.

Devlet-merkezli solun tarihinde bir anahtar kavram vardır ve bu kavram ihanettir. Defalarca, liderler harekete ihanet etti, ve bu ille de kötü insanlar olduklarından değildi, fakat bir örgütlenme biçimi olarak devlet liderleri hareketten ayırır ve onları sermayeyle uzlaşma süreci içersine çeker. İhanet bir örgütsel biçim olarak devletin içersinde önceden verilidir.

Buna direnebilir miyiz? Evet, elbette direnebiliriz ve bu her zaman olan bir şeydir. Devletin hareketin liderlerini ya da sürekli temsilcilerini teşhis etmesine müsaade etmeyi reddedebiliriz, delegelerin devletin temsilcileriyle gizlice görüşmesine müsaade etmeyi reddedebiliriz. Fakat bu bizim örgütlenme biçimlerimizin devletinkilerden çok farklı olduğunu, aralarında hiçbir simetri olmadığını anlamamız demektir. İstediğimiz öz belirlenime dayalı örgüt, istediğimizi, karar verdiğimizi, gerekli ya da istenen olduğunu düşündüğümüzü dile getirmemize müsaade eden bir örgütlenme biçimidir. Bizim istediğimiz, bir başka deyişle, devleti temel başvuru noktası olarak almayan bir örgütlenme biçimidir.

7. Temel başvuru noktası olarak devleti almaya karşı argüman nettir, peki diğer kavramdan ne haber? Devlet yönelimli argüman mücadelenin gelişimiyle ilgili can alıcı bir kavram olarak görülebilir. Mücadelenin merkezi, devlet iktidarının alınması, bir ekseni varmış gibi düşünülür. İlk önce bütün çabalarımızı devletin elde edilmesi üzerine yoğunlaştırırız, bunun için örgütleniriz, daha sonra, bunu başardığımızda, diğer örgütlenme biçimlerini düşünebiliriz, toplumu devrimcileştirmeyi düşünebiliriz. İlk önce başka bir yöne hareket edebilmemiz için tek yönde hareket ederiz: sorun ilk aşama boyunca elde edilen dinamiğin ikinci aşamada sökülmesinin zor ya da imkânsız olmasıdır.

Diğer kavram devleti yinelemeden doğrudan yaratmak istediğimiz toplum tarzı üzerinde yoğunlaşır. Herhangi bir eksen yoktur: örgüt doğrudan işaret edicidir, yaratmak istediğimiz toplumsal ilişkilerle doğrudan bağlantılıdır. İlk kavram toplumun radikal dönüşümünü iktidarın ele geçirilmesinden sonra meydana gelmesi olarak değerlendirir, ikincisi dönüşümün şimdi başlaması gerektiğinde ısrar eder. Devrim zaman uygun olduğunda değil devrim burada ve şimdidir.

Bu ön işaret, burada ve şimdi devrimi her şeyden önce öz-belirlenim dürtüsüdür. Öz-belirlenim kapitalist bir toplumda var olamaz. Var olan ve var olabilen toplumsal öz-belirlenim yönündeki dürtüdür: yabancı belirlenimine, başkaları tarafından belirlenmeye karşı hareket etmektir. Başkaları tarafından belirlenmeye karşı bu tarz hareket ister istemez deneyseldir, bununla birlikte üç şey açıktır:

a) Öz-belirlenim yönündeki dürtü kaçınılmaz biçimde başkalarının bizim adımıza karar vermesine müsaade edilmesine karşı bir dürtüdür. Bu yüzden temsili demokrasiye karşı olan ve doğrudan demokrasinin bazı biçimlerinin oluşumuna dair bir harekettir.

b) Öz-belirlenim yönündeki dürtü bizim adımıza karar veren ve böylece bizi dışarıda bırakan bir örgütlenme biçimi olan devletle bağdaşmaz.

c) Eğer merkezi noktası olarak işimizin, faaliyetimizin öz-belirlenimini içermiyorsa öz-belirlenim yönündeki dürtünün hiçbir anlamı yoktur. Öz-belirlenim kaçınılmaz olarak kapitalist iş örgütlenmesine karşı yöneltilir. Bu yüzden sadece demokrasiden değil aynı zamanda komünizmden, sadece isyandan değil aynı zamanda devrimden bahsediyoruz.

8. Bana göre, üzerinde yoğunlaşmamız gereken bu ikinci devrim kavramıdır. Devlet merkezli kavramı reddetmemiz görülebileceği gibi devlet merkezli olmayan kavramın sorunları olmadığı anlamına gelmez. Hiçbiri devlet iktidarını alma fikrine tekrar dönme argümanını teşkil etmeyen üç temel sorun görüyorum:

a) Birinci mesele devlet baskısıyla nasıl baş edileceğidir. Cevabın açık mücadelede devleti yenebilmemiz için kendimizi silahlandırmak olduğunu düşünmüyorum: kazanmamız olası değildir ve bu her halükarda kesinlikle savaş verdiğimiz otoriter toplumsal ilişkilerin yeniden üretimini içerecektir. Orduyu ve polis güçlerini kontrol edebilmemiz için cevabın devlet iktidarının denetimini almamız olduğunu düşünmüyorum: halk adına ordu ve polisin kullanımı hiç kimsenin kendi adlarına hareket etmesini istemeyenlerin mücadelesinde açıkça çelişki meydana getirir. Bu bizi devleti bize karşı şiddet kullanmaktan vazgeçirmenin başka yollarını bulmamıza sevk eder: bu bir ölçüde silahlı direnişi kapsayabilir (Zapatistalar örneğinde olduğu gibi), ancak her şeyden önce kesinlikle topluluktaki isyan birliğinin gücüne dayanmalıdır.

b) İkinci mesele kapitalizm içersinde alternatif işler geliştirip geliştiremeyeceğimiz ve değerin dışında, faaliyetler arasında ne dereceye kadar alternatif bir toplumsal ilişki yaratabileceğimizdir. Bu tarz bir çözüm yönünde birçok deneyim (örneğin, Arjantin’de işçilerin yeniden açtığı fabrikalar) vardır ve olanaklar belli ki hareketin kendi ölçeğine dayanacaktır, ancak bu önemli bir sorun olarak durur. Merkezi bir planlama grubundan çok aşağıdan (çatlak isyanlarından) hareket eden üretim ve bölüşümün toplumsal belirlenimini nasıl hesaba katabiliriz?

c) Üçüncü mesele toplumsal öz-belirlenimin örgütlenmesidir. Karmaşık bir toplumda yerel düzeyin ötesine geçen bir ölçekte doğrudan bir demokrasi sistemini nasıl örgütleriz? Klasik cevap derhal geri çekilebilen delegelerin gönderildiği konseylerden meydana gelen konsey düşüncesidir. Bu aslında doğru gibi görünür, ancak küçük gruplarda demokrasinin işleyişinin her zaman sorunsal olduğu açıktır, dolayısıyla doğrudan demokrasinin tasarlanabileceği tek yol sürekli deneme ve kendi kendini eğitim sürecidir.

9. İktidarı almadan dünyayı değiştirebilir miyiz? Öğrenmenin tek yolu bunu yapmaktır.