Bu blog Emeğin Yoldaşlığına ; Çokluğun emeğinin arşivlenmesine bir katkı olsun diye, HERKESİN,AMA HİÇKİMSENİN şiarıyla var...İSYAN,KOMÜN,ÖZGÜRLÜK...
DUYGULANIYORUM,ÖYLEYSE VARIM...

Bu Blogda Ara

Spinoza

Spinoza'dan Neşe ve Keder olarak yapılan çeviriye karşı ;Cüret ve dumur kavramlarını öneriyoruz...

Hayat Akıyor...

İsyan Büyütür...

İsyan Büyütür...

25 Aralık 2008 Perşembe

HAYVAN ASKERLERİ/RONNIE LEE İLE YAPILMIŞ BİR SÖYLEŞİ ABOLITIONIST-ONLINE http://www.abolitionist-online.com/_07lee.shtml

Abolitionist: Animal Liberation Front (ALF)’u başlattığınız için teşekkür ederiz. İftiracıları hayvan özgürlüğü ve hayvanlarını ciddiye almaya zorladı ALF.
Ronnie Lee: Animal Liberation Front sadece benim tarafımdan başlatılmadı. Benim başlatan kişi olarak bu kadar tanınmamın sebebi hala hayvan hakları hareketinde aktif olmamdan kaynaklanıyor.
Başlangıçta altı kişiydik. Londra’da bir cafede toplantı yaptığımızı hatılıyorum. Çoğumuz av sabotajlarına katılmıştık ve daha ciddi bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyorduk; çünkü o günlerde hayvanların lehine kampanyalar düzenleniyordu ama hiç bir şey de başarılamıyordu. Dirikesim, hayvan çiftlikleri ve diğer sömürü alanları da giderek daha kötü bir hal alıyordu.



Varolan kuruluşların taktikleri fazla bir fark yaratmıyordu ve hepimizin doğrudan eylemle ilgili tecrübeleri olmuştu, bu yüzden bu eylem tarzını genişletip ileri götürmeyi düşünüyorduk. Yapılması gerekenin hayvanları sömürenlerin mülklerine zarar vermek olduğuna karar verdik, böylece yaptıkları şeylerden vazgeçeceklerini düşündük. Bunu tartıştık, bizi nereye götüreceğini bilmiyorduk. Bir sonuç elde edemeyebilirdik ayrıca. Hepimiz tutuklanabilir, hapse gönderilebilirdik; bu da herşeyin sonu olabilirdi veya bir şeylerin başlamasına önayak da olabilirdi. Ne yöne gitmemiz gerektiğini bilmiyorduk, ama birşeylerin yapılması gerektiğinin farkındaydık.
Bazılarımız başka şeylerden ve başka hareketlerden etkilendi. Beni en çok etkileyen şeylerden birisi The Angry Brigade adında bir gruptu. 60 ve 70lerin sonların İspanya’da hala Franco’nun rejimde olduğu zamanlardı. Bu insanlar, toplumdaki faşizme ve her türden zulme karşı doğrudan eylemler gerçekleştirdiler. Mesela Miss World Contest güzelik yarışmasındaki bir yayın aracını havaya uçurdular ve İçişleri Bakanına saldırıda bulundular. Hiçbir eylemleri kimseyi yaralamadı. Aslında Situationists adındaki bir gruptan etkilenmişlerdi, onlar da Fransa’da bulunan bir gruptu.
İnsanları uyandırmak için onları etkileyecek şeyler yapmanız gerekiyordu, bu yüzden onlar da “durumlar” adını verdikleri şeyler yarattılar. Mesela Paris’te bir kilisede eylem yaptılar. Dinin ne kadar yanlış olduğunu anlatmak için kiliseye girip rahibi bağladılar, eylemcilerden birisi rahip giysilerini giydi ve cemaatin önüne çıktı,- herkes onu rahip sandı tabii-, ardından”Tanrı öldü”, “tanrı yoktur” demeye başladı. Elbette bu büyük bir skandala yol açtı. Bu grup bu türden etkileyici eylemler yapmaya gönül vermişti. Ben bundan çok etkilendim, beni bayağı düşündürdü, acaba bu eylem biçimi hayvanlar için nasıl kullanılabilirdi? Bu eylemleri hayvanların sömürüldüğü gerçeğine insanların kulak kabartması için kullanabilir miydik?
Başlangıçta ALF ‘in adı “Band of Mercy” idi. 19.yyda, RSPCA kurulmadan önce, aslında RSPCA Gençlik Grubu adında bir grup vardı ve bunlar kendilerine Band of Mercy diyorlardı (Merhamet Takımı). Bu genç insanlar doğrudan eylemlerde bulunuyordu. Yaptıkları şeylerden bazıları silahlara zarar vermekti, böylece hayvanlara karşı kullanılamıyordu bu silahlar. Bugün RSPCA’de bu olmaz ama bizler, evet bu grubun yaktığı ateşi biz yeniden başlatmalıyız diye düşünüyorduk.
Öncelikle av kulübelerine gidip oradaki araçlara zarar vermekle başladık işe. Bazen de spreyle sloganlar yazıyorduk. Ardından inşa edilen dirikesim laboratuarlarına zarar vermeye başladık. Orada bir binaya girip iki kez binayı ateşe vermeye çalıştık. Bina yıkılmadı; ama ciddi anlamda zarara sebep olduk. Sonunda bina inşa edildi, ama eylemlerimiz bunu geciktirdi. Fok avında kullanılan bir botu yok ettik ve bunun sonucunda o fok avı yapılamadı. Yılda bir kez yapılan bir olaydı, o zamandan sonra bir daha asla yapılmadı. Fok avına karşı büyük bir protesto hareketi vardı ve bizim eylemimiz de olaya son noktayı koydu. Bu olaydan sonra hükümet artık lisans dağıtmadı. O çevrede fok avı tamamen sona ermiş oldu.
Bir kaçımız yakalandık, tutuklandık ve 3 yıl hapis cezası yedik. Sadece bir yıllığına ceza görecektik; çünkü daha önceden hiç ceza almamıştık. Beni en memnun eden şeylerden birisi ben hapisteyken ICI laboratuarlarından birisine bir gencin girdiğini ve bazı beagleların kurtarıldığını duymam oldu. Genç yakalandı ama kendisine dava açılmadı. ICI mahkeme sebebiyle göreceği tepkilerden çekindi ve dava açmadı. Çok memnun olmuştum; çünkü biz hapisteyiz diye insanların doğrudan eyleme katılmayacağını düşünüyordum. Ne olacağını gerçekten bilmiyordum. Hapisten çıktığımda etrafımı hayvan haklarını savunan insanların sarıp “ ben de katılmak istiyorum” demesi beni çok mutlu etti. 6 kişiyle başladık, bir kaçı olayı bırakmıştı, böylece sayımız azalmıştı. Birçok yeni insan katılmak istiyordu. Bu da bizim Band of Mercy ismini değiştirmemize sebep oldu, Animal Liberation Front ismini aldık; çünkü Band of Mercy ismi kulağa dini bir organizasyon gibi geliyordu. Hayvanlara işaret etmiyordu veya bizim hayvanlarla alakalı olduğumuzu da ifade etmiyordu; biz de bu yüzden Animal Liberation Front (Hayvan Özgürlüğü Cephesi /Hayvan Kurtuluşu Cephesi) ismini aldık, çünkü işin gerçeği buydu.
Doğrudan eylemden klısa bir süre uzak kalmıştım ama hemen geri döndüm. Aynı şeydi gene söz konusu olan- bazı yerlere zarar veriliyordu, bu sefer insanlar hayvanları da kurtarmaya başladılar. Bu ana dek hayvan kurtarma olayı fazla olmamıştı, ama başka bir yer vardı, orada hint domuzu yetiştiriliyordu, özellikle hayvan deneyleri için. Oraya kamyonlarına zarar vermek için gitmiştik ama kamyon orada değildi, bu yüzden biz de oraya gizlice girdik ve 6 hint domuzunu kurtardık, bu eylemin sonucu olarak orası kapatıldı. Orayı işleten kadın o kadar telaşlanmıştı ki tamamen bu işten çekildi. Bu bizim ilk başarımızdı. 6 hint domuzunu aldık ve oranın kapanmasını sağladık, harika bir iş çıkarmıştık.
İsmimiz 1976’da değiştirildi, artık köpekleri ve kedileri üretim çiftliklerinden kurtarabiliyorduk. Üretim çiftliklerindeki güvenlik laboratuara göre sert değildi, bu yüzden daha kolay bir hedeftiler. Bir yerden diğerine bütün üretim çiftliklerinin adreslerine ulaştık ve ardından da onları hedef haline getirdik, çünkü daha fazla kişiydik artık, hayvanları daha sık kurtarabiliyorduk, daha fazla sayıda hayvan kurtarabilmek için daha fazla sayıda insana ihtiyaç oluyordu. Bir yere zarar vermek için 2-3 kişi yeterli oluyordu ama içeri girip de kedileri veya tavukları kurtarmak söz konusu olunca bir düzine insana ihtiyaç oluyordu. Çok daha komplike bir durumdu yani. Sonuçta ekonomik sabotaj adı verilen şey işte böyle başlamış oldu. Başlangıçta, amaç zarar vermekti, böylece doğrudan hayvanların sömürülmesi engellenilmeye ve önlenmeye çalışılıyordu. Mesela; hayvanları laboratuarlara taşımaya yarayan araçlara zarar verildiği gibi, bu ulaşım da fiziksel olarak engellenmeye çalışılıyordu. Zaman ilerledikçe şirketlere parasal olarak zarar vermeye doğru değişti bu tavır. Hayvan sömürüsüyle doğrudan alakalı bir şeye zarar vermenize gerek yoktu, eğer bir şey o şirkete aitse, zaten o da aynı şekilde geçerliydi. Böylece ana fikir ekonomik sabotaj fikri oldu ve şirketlere finansal zarar vermek de ana hedef haline geldi. Bir hayvan üretme kuruluşundan fareleri kurtarırken bir kere daha yakalandım ve hapse atıldım. 12 aylık hapis cezası aldım, çıkıtğımda ya doğrudan eyleme yeniden dönecektim ya da arka planda bir şekilde çalışacaktım. Artık hapiste olduğum ve tanındığım için ne zaman bir ALF eylemi olsa medya bana ulaşıp yorum yapmamı istiyordu. Böylece ALF Basın Sözcüsü oldum- bu kendiliğinden oldu, çünkü medya birkaç sene boyunca medya benimle bağlantı kurmayı sürdürdü. Röportajlar yapıp hayvan hakları gruplarıyla görüşüyordum, gazetecilerle röportajlar yapıyordum, bu tür şeyler oluyordu. Ayrıca, 25 yıl önce, ALF Supporters Group (ALF Destekçileri Grubu) kuruldu. Buradaki ana fikir, aktif olamayan insanların eylemcilere yardım etmesini sağlamaktı, iki hedefleri vardı: bir tanesi fon oluşturmaktı, diğeri de insanların hapisteki eylemcilere mektup yazmalarını sağlamaktı. O günlerde çok kaba bir görüntü vardı. Mesela ALF Supporters bülteninde finansal yardım sağlanması için yardım talep ediliyordu, hatta manivela sponsoru da bulunmuştu galiba, mesela bir manivelaya sponsor olursanız o manivelanın resmini alıp hangi eylemlerde kullanıldığını da öğreniyordunuz (gülüyor). İşte durum bu kadar berbattı (gülüyor).
Dürüst olmak gerekirse, para zarar vermek için değil aslında hayvan kurtarmak için lazımdı; çünkü esas pahalı olan buydu. Eğer 15 beagle kurtarıyorsak, bunlardan bazılar hayvan kurtarma mekanlarına gönderiliyordu, ve bizler de buraya para vermek zorunda hissediyorduk kendimizi, çünkü bu insanlar bu hayvanlara bakmak için sürekli fon arıyorlardı. Supporters Group’dan elde ettiğimiz paranın birçoğu hayvan kurtarmaya harcandı, yoksa zarar vermek için yapılan eylemlere harcanmadı, çünkü bir yere girip de oraya hasar vermek çok da paraya mal olmuyor.
Daha sonra ALF Supporters Group’un bültenini yayımlama işini üstlendim, aynı zamanda ALF’in Basın Sözcülüğü işini de yürütüyordum. Sonunda bu sebepten dolayı da tutuklandım. Bu şöyle oldu; Sheffield’da bazı insanları tutukladılar. Kürk ticaretine karşı kullanılmak için birisi bir kundaklama aleti yapmıştı. Ülkedeki birçok mağazada kürk reyonları bulunuyordu. Buradaki amaç, birisi kundaklama aletine zaman ölçer yerleştirecekti, bu alet bir sigara paketinde bulunacaktı, alet gün boyunca mağazada duracaktı, ve geceyarısı da patlayacaktı. Amaç yangın çıkarıp zarar vermek değildi, amaç fıskiye sistemini çalışmasıydı, böylece yüzbinlerce pound değerinde zarar verilmiş olacaktı. Bu kişiler bu eylemi kendi şehirlerinde yapmak gibi bir hataya düştüler. Kendi şehirlerindeki bir mağazayı kullanınca polisler anında bu grubu yakaladı. Kundaklama aleti yapıldığında bu insanlarla tanışmam istenmişti. Bu insanlar bu aleti neden yaptıklarının bilinmesini istiyorlardı; çünkü eylem gerçekleştiğinde medya benimle bağlantı kurup ne olup bittiğini öğrenmek isteyecekti. Ancak hepsi tutuklandı, ben de tutuklandım sonuçta, çünkü toplantılarını yaptıkları dairede polis tarafından basılmıştı. Konuşuyorlardı ve konuşurken benim de adım geçmişti. Böylece polis beni ve Vivien Smith’i tutukladı. Smith de Supporters Group bülteninin editörüydü. Ülkenin farklı yerlerinden birçok insan tutuklandı. Başka insanları kundaklama yapmaları konusunda desteklediğim iddia edilerek suçlu bulundum. Bunun sebebi de yayımladığımız bültendi. Nasıl akın yapılır, adım adım gösteren bültenler yayımlamıştık, çünkü o dönemlerde uzun bir süre boyunca paçamızı sıyırabiliyorduk. Senelerdir böyle devam etmişti. Paçayı iyi sıyırmıştık gerçekten! Bunu bugün pek kimse yapmaya cesaret edemezdi, çünkü o zamanlar polisin bizim yaptıklarımızla fazla bir alakası yoktu, ilgilenmiyorlardı. Bizi küçük görüyorlardı, bu yüzden biz de çok kolay bir şekilde yırtıyorduk, insanları eylem yapmaya çağırıyorduk, bize hiç bir şey olmaz sanıyorduk. Ama sonunda oldu!
Mahkemede herkesin bir rütbesi olduğu söylendi. ALF’in anonim olarak çalıştığını anlamadılar ya da anlamak istemediler. Her insana farklı bir rütbe vermek istediler. Ben mesela “General”dim, diğerleri de “Bölge Komutanı” olarak fişlendiler. Vivien benim “Teğmenim” olarak sınıflandırıldı, kundaklama aletini yapan diğer insanlar da “piyade erleri” olarak sınıflandırıldı. 10 yıl ceza aldım. Elbette general filan değildim, ama beni böyle gösterdikleri için hakim beni böyle görmekten son derece memnundu. Aletleri hazırlayanlar 4 seneyle yırttılar, ben de insanları bir şeyler yapmaya cesaretlendirmek dışında birşeyle asla suçlanmadım. Eğer ben olmasaydım bu eylemlerin gerçekleşmeyeceğini düşünüyorlardı, tabii çok saçma, ama hakim buna inanmak istedi ve inandı. 10 yıllık cezamın 6 yıl 8 ayını yattım.
Oralarda durum nasıldır bilemiyorum, ama burada uzun süreli hapis cezası (müebbet hapis değil) aldığınızda bunun 2/3ünü yatarsınız, elbette eğer hapishane kurallarını çiğnemezseniz, çiğnerseniz süre uzayabilir. Bana şartlı tahliye verilmedi, cezamın 2/3lük bölümünü yatmak zorunda kaldım. Ama bu da diğer insanların eylemler yapmasını engellemedi. ALF eylemleri hala sürüyor. Odak noktası değişti belki ama artık eskisinden daha da güçlü bence. Biz eylemler yaparken organize kampanyaların parçası olarak düşünmüyorduk hiç. Üzerine gidebileceğimiz her türden hayvan sömürüsüne saldırıyorduk. Olayın bütün değeri de burada zaten, ama bir ALF eylemi daha etkilidir, ve var olan bir kampanyaya bağlı olarak da yapılıyorsa daha fazla etki yaratabilir. SHAC’e ve SPEAK’e karşı yürütülen iki büyük kampanya var. Her iki kampanyayı da desteklemek için ALF eylemleri yapıldı. Kampanyayı organize edenler yasa çerçevesi içerisinde hareket etmeyi tercih ediyorlar ama ALF’i de kendi kampanyalarını desteklemekten men edemezler ve ALF’in eylemlerinin de kampanyalarının daha çok duyulmasını sağladığını inkar da edemezler. Doğrudan eylemler söz konusu olunca herşey değişiyor. Bana göre, bu herşeye saldırmaktan daha etkileyici bir yöntem. Sadece dirikesimle de ilgili değil ayrıca. Mesela, geçen yıl tazıları korumayı hedefleyen bir Greyhound Action grubu Glastonbury Stadındaki yarışların sona erdirilmesi için kampanya düzenlemişti. Bu kampanyada broşürler, yazılar dağıtıldı, gösteriler düzenlendi. Sonra birden bire ALF stada üç ayrı saldırıda bulunup zarar verdi, ve oranın sorumlusu olan adam yarışı iptal etti. Greyhound Action, ALF’i kınamadı, oysa eskiden bazı “barış yanlısı” organizasyonlar öyle yapmamışlardı, ama Greyhound Action “ALF’in kendi hedeflerine önemli bir katkıda bulunduğunu” kabul etti, hatta “bazı eylemcilerin kahramanlıklarından” bahsedecek kadar ileri de gitti.


Bir dakikalığına Situasyonistlere geri dönelim; çünkü insanlar sizin anarşistlerden etkilendiğiniz gibi yanlış bir inanca sahip. Situasyonistler Guy DeBord’un Society of the Spectacle’ın etkilenmiştir, siz de Raoul Vanigem’in Revolution of Everyday Life-Günlük Hayatta Devrim’inden etkilendiniz. Situationistlerin yapmaya çalıştıkları şey marifet isteyen bir şeydi, şunu yapıyorlardı onlar: görüntü ve rutinin tek gerçeklik olarak kabul edildiği ve hayvanların da bu yanlış gerçeklik içerisinde tutuklu kaldıkları bir hayatın duvarını delmeye çalışıyorlardı. Onların öncelikle Fransa’da sonra da başka yerlerde yaptığı şey, durgunlaşmış alanlarda enerji patlamaları yaratıp bu yanlış gerçeklik duygusundan sıyrılmaya çalışıyorlardı. Bu insanlar eylemci veya terörist değildi, sanatçıydılar.

Kesinlikle! Bugünlerde sık sık Matrix filminden söz ediyorum. Toplumumuzda meydana gelen şey aynen bu filme benziyor, hayvanları düşünürsek yaşanan şey gerçekten de bu. İnsanların hayatı tamamen bu soykırımın yanıbaşında yaşanıyor ve herkes günlük hayatını yaşamaya devam ediyor, günlük işlerini yapıp güzel görünüyor, arkadaşlık ediyor, herşey mükemmel bir şekilde akıp geçiyor; ama alttan alta çoğu insanın farkında olmadığı bir katliam yaşanıyor, bunu bilmek de istemiyorlar üstelik. Korkunç bir soykırım yaşanıyor, ve bana göre insanlar bir yanılgı yaşıyorlar, ve gerçeklik algılarından koparılmış durumdalar eğer ne demek istediğimi anlıyorsanız. Elbette durum bundan daha vahim. Ayrıca bu bir insanlık durumu. Tamamen bu yanlış var olma biçimini yaşamakla alakalı bir şey bu.
“Türcülük” terimi artık hayvan hakları hareketinin bir parçası, ama türcülüğün zıddı da insan ve hayvan dünyasında simültane şekilde yaşanıp duruyor; bu da herşeyin dışarıdan normal ve iyi göründüğü gibi bir yanılsama yaratıyor oysa herkes boğazlanıyor. Sadece dirikesimdeki hayvanlar değil veya çiftliklerdeki hayvanlar değil, ama özellikle Müslümanlar, yoksullar, ve farklı ırktan insanlar da hedef seçiliyorlar- hem de yığınla insan. Hayvan hakları hareketinde ALF düzene yapılmış bir uyarıydı, bazı insanların artık bu duruma katlanmayacağına dair bir işaretti. Bu yorum sizi memnun ediyor mu?
Evet! Biz de böyle hissediyorduk. Eylem yapacaktık ve sırtımızı yaslayıp da oturmaya hazır değildik, insanlar yaptıkları yanlarına kar kalsın diye düşünmüyorduk, ama fiziksel olarak birşeyler yapmaktan daha fazla bir şeydi. Her zaman böyle işleri karıştırmak gibi bir fikrimiz vardı, insanları düşünmeye sevketmek, daha önce hiç yapılmamış bir biçimde insanları bir şeylerin farkına varmalarını sağlamak gibi bir fikrimiz vardı.

Sizin “hayvanlara yapılan zulüm dilekçelerle, imza listeleriyle, mezbahaların yanında el ele tutuşarak sağlanmayacak” şeklinde bir sözünüz var. Sizce bu hala geçerli olan bir durum mu?

Evet buna katılıyorum, bunu söyledim, bugün hala geçerli olan bir söz söylemişim, ayrıca bu mesele sadece ALF eylemleriyle de düzelmeyecek. Bence hayvan zulmünün sona ermesi için birçok farklı eylem biçiminin yanyana gelmesi gerekiyor. Bunun birçoğu da eğitimden kaynaklanacak, çünkü hayvanların zulme uğradığı en büyük alanlardan birisi hayvan yetiştiriciliği ve hayvanların gıda için boğazlanması. Bunu yenmenin en iyi yöntemi insanları vegan olmaları için eğitmek; bu da doğrudan eylem gerektirmeyen bir şey. Kasapların dükkanlarına taş atanları eleştirmeyeceğim. Bunu kendim defalarca yaptım, ama daha temel bir çözümü insanları eğiterek başarabiliriz. Eğitsel bir çaba herkesi değiştiremeyecektir, ama birçok, birçok insan için bir fark yaratabilir. Hayvan hakları hareketinde aktif olduğumda, ilk kez vegan olduğumda, yaşadığım yerde 30 km çapında hiçbir yerde vegan olduğunu sanmıyorum. Etraftaki veganlar deli gibiydi. Hayvan haklarıyla alakalı insanlar değillerdi, tuhaf insanlardı (gülüyor). Ben gerçekten sıradan birisi olduğum için hayvanların başına neler geldiğini öğrendikçe bir şeyler yapmak istedim, önce vejetaryen oldum, ardından da vegan oldum. O günlerde çok az vegan vardı, ve Vegan Society’e yeni birisi katıldığında büyük bir olay sayılıyordu bu. Şampanyayı çıkarmak gibi birşeydi. Eğer şimdi olsaydı sürekli kafanız iyi olurdu; çünkü çok fazla sayıda insan vegan oluyor.
Vegan Society’nin hazırladığı (Kraliçe gibi!) bir partiye davet edildim, kendi kendime şöyle düşündüm “harika! Başka veganlarla tanışma fırsatım olacak!”. Allahtan vegan prensiplerim ve inançlarım çok kuvvetliydi, eğer böyle olmasaydı vegan olarak kalmazdım, çünkü partiye gittiğimde gördüğüm insanlar tamamen anormal tiplerdi. Üzerinde 7 palto olan bir adam vardı, bir diğeri ise baş aşağı asılan bir adamdı, her gün belli bir süre bu pozisyonda kalması gerektiğine inanıyordu. Hiç birisinin kampanya yapmak, dirikesime karşı çıkmak filan gibi bir derdi yoktu. Garip veganlardı hepsi de. Kendimi orada hiç iyi hissetmedim, et yiyorlardı, ne yapacaktım peki? Sonunda hayvan haklarını savunan daha çok insan vegan oldu, bana daha çok benziyorlardı. Böylece kendimi daha rahat hissettim. Avcılık karşıtı bir grubumuz vardı Kuzey Londra’da, insanlar da avcılığa karşı oldukları için bize katılıyorlardı, gidip bir tilkiyi kurtarmak istiyorlardı. Belki çoğu et yiyordu ama birkaç hafta içerisinde hepsi vegan oldu.”Sadece tilkilerle olmaz, diğer hayvanları düşünmüyor musunuz?” diye sorardık. Böylece grubumuza katılan insanların hepsi veganlığa geçti, aynı anda başka hayvan hakları gruplarında da aynı şeyin yaşandığını biliyordum. Bir grup içinde veganlar varsa, birisi diğerini etkiler değil mi? Yıllar boyunca daha fazla insan vegan oldu, bugünlerde artık yalnız kaldığınız söylenemez.
Artık herşey farklı. En güzel rüyalarımda bile olayların bu şekle dönüşebileceğini hayal edemezdim. Etrafımızda hala hayvan katliamı devam ediyor, ama eskiye oranla herşey daha iyi. Ben başladığımda, 35 yıl önce, şu anda var olan hiç birşeye ulaşmak mümkün değildi. Bugün soya sütü her yerden getirilebilir. İmitasyon etler satılıyor artık, sosyal olarak da bayağı yaygın. İlk vegan olduğumda içebildiğim tek soya sütü iğrenç bir maddeydi, içinde yeşil katkı boyası da vardı. Bir tane daha vardı, pudra formunda çayın üstünde dolaşıp duran cinsten, ben de sonunda katkısız çay içmeye karar verdim. Bir tane imitasyon et vardı, Etsiz Biftek adında iğrenç bir şey. Deri ayakkabı nasıl tat verirse o şekilde bir tadı vardı (gülüyor), bu yüzden ben de mercimek yemeye karar verdim, soya fasulyesi, böyle basit şeyler yedim. İlk vegan sosu ve sıvı proteinler çıktığında cennete gittiğimizi sandık. Süpermarketleri sevmiyorum. Keşke hiç olmasa, ama eğer var olmaları gerekiyorsa bari bu vegan ürünleri satsınlar ki insanlar rahatça alabilsin. Bugün insanları gizlemek daha kolay, çünkü imitasyon domuz pastırması, hindi vs. alabilirlerse, o zaman elbette vegan olmaları onlar için daha kolay olacak.
İngiltere veganlığı- vejetaryenliği deli dana hastalığının sebep olduğu zarardan dolayı hemen benimsedi. Birkez öğrendikten sonra eğer kendilerini öldürebilir diye düşünerek bir çok kişi bir daha et yeme alışkanlığına dönmek istemedi, bu tabii ki binlerce inek ve çiftlik hayvanı korkunç şekilde ölmüş olsa da hayvan hakları hareketi için mükemmel birşeydi. Bugünün “büyükbaş hayvan kültürü”nün kapitalist çerçevenin sürdürülmesinde çok büyük bir etkisi olduğunu, yani kapitalizmin onlara uygun bir şekilde işlediğini; iklim değişikliği gibi konularla alakalı olarak Yeşillerin, iklim değişikliği ile ilgili yazılar yazanların, çevrecilerin et yemenin iklim değişikliğinin önemli sebeplerinden birisi olduğuna dair hiçbir yorumunu görmediğimiz gibi, bu gerçekliğin bir manifesto şeklini almasına da bir etkileri yok, oysa bilim George Monbiot’un belirttiği gibi veganların uzun zamandır söylediği şeylerin doğru olduğu sonucuna ulaşıyor. Ne düşünüyorsunuz?
Hayvanların başına gelenlerin insan üstünlükçülüğü diye tabir ettiğim birşeyden kaynaklığını düşünüyorum. Geçmişte nasıl beyaz üstünlükçülüğü, erkek üstünlükcülüğü olduysa ve belli bir grup insanın kendilerini diğer ırklardan üstün olduğuna inandırarak, mesela nazilerin aryan ırka inanması gibi üstünlükler taslamasına tanık olduysak bunun sonucu olarak siyahların ve kadınların da bu yüzden cezalandırıldığını görüyoruz. Bence burada söz konusu olan şey yanlış bir üstünlük hissi. İnsan üstünlükçülüğü akıl dışı ve adaletsiz bir bakıştır, öylesine derine işlemiş bir tavırdır ki diğer meselelerde son derece radikal olabilen anarşist, sosyalist ve benzeri insanlarda bile görülmektedir. Türcülük derimize kazındığı için insanların bunu alt edebilmesi çok zor olabilir; ama bence herşekilde meydan okunması gereken bir tavır bu, çünkü hayvanların sömürülmesinin temelinde bu tavır yatıyor. Mesela bence kapitalist sistem hayvan sömürüsünü iyice kızıştırıyor, çünkü bu sistemde herşeye bir meta gözüyle bakılıyor, ama kapitalizm hayvan sömürüsünün temel sebebi değildir. Temel sebep, bizim birşekilde hayvanlardan daha üstün olduğumuza dair yanlış tavrımızdır. Eğer hayvanların özgürlüğü diye bir şey söz konusu olacaksa işte bu görüşü değiştirmek zorundayız.
SHAC US ile alakalı olalarak neler söylemek istersin? Sonuçta 10 yılını hapiste geçirdin, çok uzun bir süre. Seni o zamanlar destekleyen bir vegan destek grubun da yoktu değil mi Ronnie?
Vegan Society aslında hayvan hakları mahkumlarına iyi bir diyet sağlama anlamında çok iyiydi, ama Joanne Brown adında bu işe kendini adamış bir kadının öncülüğünde yürütülen Vegan Mahkumları Destek Grubu bu işi devralmış durumda. Mahkumlar iyi bir diyet alsınlar, bakımları iyi yapılsın diye elinden gelen herşeyi yapıyor kadıncağız. Hayvan hakları mahkumlarının vegan yiyecekleri temin etmesi için yetkililerle görüşüyorlar. Ben ilk kez 1974’te hapse girdim, vegan diyete izin yoktu sadece vejetaryen diyet vardı. Vejetaryen diyete alındım ama birçok şeyi yiyemiyordum, böylece sonuçta sebzeleri yemeye başladım, ama bir çoğunu da yiyemiyordum; çünkü içinde peynir ya da yumurta vardı. Kendi yürüttüğüm birçok kampanyadan sonra biraz da parlamento üyesinin desteğiyle, İçişleri Bakanlığı’na bir dilekçe yolladım, ve bir şekilde vegan bir diyete ulaşmayı becerdim. Canterbury’de bir hapiste mahkemeyi bekliyordum ve aynı şeyi yedim her akşam. Sebze proteininden yapılmış bir burger getiriyorlardı, 3 ay boyunca bunu yedim. Eğer o günlerde hapiste bir vegan varsa seslerini duyurmak için bayağı bir uğraşmak zorunda kalıyorlardı. Arkadaşlar ve aile üyeleri yardım ediyorlardı etmesine ama hapisteki veganlara detsek olan bir kurum filan yoktu. Elbette bu da giderek değişti ve 80lere gelindiğinde hapiste artık vegan yiyecekler de verilir olmuştu. Son aldığım mahkumiyetteki vegan diyet harikaydı. Gerçekten çok güzel vegan yemekler icat etmişlerdi. Bazen yanlış yaparlardı, korkunç bir şey çıkardı ortaya ama çok sık olmazdı bu. Artık herşey daha iyi, çünkü herşey ilerledi, artık hapisteki veganların hakları da daha ciddiye alınıyor. Eskiden, hapiste Vegan Society kartı taşımanız gerekiyordu ve yetkililere bu kartı göstermeniz gerekebiliyordu. Vegan Society için iyi birşeydi belki ama üye olmayan vegan mahkumlar için daha karmaşık bir durumdu. Vegan olmayıp da tadı daha güzel olduğu için vegan diyete geçenler oluyordu, böylece vegan Society alakalı alakasız bir sürü insanı bir araya getirmiş oldu, bu insanlar vegan değildi ama sadece karta sahip olmak istiyorlardı. Şimdi vegan olduğunuzu söylüyorsunuz, onlar da sizi vegan diyete geçiriyorlar ve bu diyet yahudi, Müslüman ya da vejetaryen de olsanız aynen uygulanıyor. Veganların hakları tanındı gerçekten bu anlamda.
Hapisteyken benim tavrım şöyleydi, sırf hapse tıkıldım diye hayvan haklarını savunmaktan vazgeçtiğimi düşünmüyordum. Hapiste de hayvanlar için eylemler yapabilirsiniz. Birçok sebepten dolayı, iletişim daha zor. Mesela hapisane alanından dışarı çıkamıyorsunuz, ama daima yardım etme veya destek olma yolları var. Hapisteki ilk önceliğim sağlıklı olmaktı. 1986’da hapse atıldığımda sigara içen birisiydim (günde 10 adet) ve gerçekten de kendime bakmıyordum, çünkü hayvan hakları meselesine o kadar vermiştim ki kendimi başka bir şey düşünemiyordum. Böyle olmak uzağı görememekten kaynaklanıyor, Sistem hayatımı ele geçirdiği için kendime bakarak daha uzun yaşayabileceğimi düşünüyordum. Bana göre, sağlıklı birisi olarak bana yapılanın bir parçasını onlara ödetmiş oluyordum. Bir çok insan hapiste sigaraya alışır ama haftada sadece bir tane içme şansınız olunca onu satın almama konusunda iradeli davranınca, işte o zaman fikrinizi değiştiriyorsunuz; çünkü istediğiniz zaman dükkana gidip de sigara alma şansınız yok ki. Bence bunun bana faydası oldu, ben de sigarayı bıraktım ve koşmaya başladım mesela, badmintona başladım, bunun gibi şeylerle uğraştım. Hapiste olduğu kadar sıklıkla koşmuyorum şimdi ama en haftada birkaç kez bunu yapmaya çalışıyorum, hem sigaraya da yeniden başlamadım. Eğer hapise atılmasaydım hala sigara içiyor olabilirdim.
İkinci olarak, eğtim başka bir yönüydü olayın. Çalışmanız lazım ama alternatif olarak eğitim de görebilirsiniz. Bir çok mahkum bunu yapmayı sevmiyor çünkü karşılığında iyi para ödenmiyor, onlar da sigara almalarına yarayacak kadar çok para kazanmak istiyorlar. Elbette eğer sigara içmiyorsanız bu tuzağa yakalanmanız zor. Ben kendimi hayvan hakları için mücadele etmeme yarayacak şekilde eğitmeye karar verdim. Farklı diller öğrendim, böylece başka ülkelerden bana yazan, benimle iletişime geçmek isteyen ama İngilizce bilmeyen insanlara mektup yazabiliyordum. Bilgisayar öğrenmek de o günlerde yapılabilecek ve faydalı da olacak birşeydi. Ayrıca insanlara mektup yazmak da vardı işin içinde, ama dikkatli olmak zorundaydınız çünkü yasal olmayan bir şeyler yazabilir ve başınızı derde sokabilirdiniz. Burada dikkat edilmesi gereken şey, hapisteyseniz ve güçlüyseniz ve mağlup edilmemiş bir tavrınız varsa, dışarıda hayvan hakları için mücadele veren insanlar için bir ilham kaynağı olabilirsiniz.
Barry Horne, Jill Philips, Gari Allen, Tom Worby, Mike Hill ve daha bir çok kişi hareketten uzaklaştı, kaçtı, ispiyoncu oldu, yan çizdi, mücadeleden vazgeçti . Bu kişilerden bazılarının çocukları oldu, ortadan kaybdoldular, ya da hareketin en önünde yer alıp hayvan hakları biletini kendi şöhretleri için kullanan ve gerçek mücadeleyi baltaladılar, gerçek mücadeleyi yürüten kişilerin yeteneklerini, enerjisini ve başarılarını para ve medya için çaldılar. Benim size sorum şu: bu hareketin gelecekte alacağı ideolojik biçimi bugünden kontrol etmek mümkün mü?
Kimsenin zorlama manasında kontrol etme gibi bir gücü yok. Sadece insanların söylediğiniz şeyleri dikkate almasını ümit ediyorsunuz. İnsanların Hareketin ilerlemesine etkileri olabilir, insanlar başkalarının dinleyeceği şeyler söyleyebilir, bu da her birimizin ümit edebileceği en iyi şey herhalde. Eğer iyi fikirler üretebilirsek, insanların bu fikirleri ciddiye alacağını ümit edebiliriz. Bütün hareketlerde hainler vardır, sırttan vuranlar vardır, sadece hayvan hakları meselesiyle kısıtlı bir şey değil bu. Bence bunu aklımızda tutmamız lazım. İnsanlar Martin-Luther King’in protestolara çok az insan katıldığı için üzüldüğünü söyledi bana. Hayvan hakları hareketi söz konusu olduğunda esas mesele en çok etkiyi nerede gösterdiği, gerçekten de bütün mesele bu değil mi?

Peki ya eskiden gizlice çalışan ama artık alenen görülen güçler için ne diyeceksiniz? İşçi Sendikası Hareketi’nin bu hale nasıl geldiğini görmek çok kolay, ve hayvan hakları savunucularını terörist olarak göstermek yerine dünyaya faydalı şeyler katmak isteyen insanlara ne oluyor bilmek istiyorum. Acaba bütün özgürlük hareketlerine son veren tek ve aynı sebep bu mu? Hayvan hakları kuru gürültüyle kazanılabilir mi?

Gerçekten kötü insanlarla karşı karşıyayız. Bu konuda değişen bir durum yok. Bu ülkede gerçekten olan şey şu: artık sosyalizm yok. Thatcher zamanından çok daha kötü hale gelmiş hırs dolu bir kültürden söz ediyoruz. Büyük politik partilerden önemli bir şey çıkacağını sanmıyorum, Yeşiller de hayvanlar için herşeyi daha iyi yapmak ve insanlar için de sosyal adalet sağlamak söz konusu olduğu sürece en iyi seçenek gibi görünüyor. İngiltere’de “Hayvan Hakları Partisi-The Party for Animals” diye bir partimiz var artık, ama bu parti tek konuya odaklı bir parti ve bana sorarsanız Yeşilleri desteklemek daha iyi. Gençliğimdeki gibi anarşist değilim. Diğer hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da bir lidere çok güçlü bir ihtiyaç olduğu sonucuna vardım. Bu gerçekle savaşmak yerine, hayvan özgürlüğü savaşında bunu ciddiye almalıyız. Ne yazık ki, anarşizmi savunanlar, kötü adamların işi çekip çevirmesine izin veriyor ; çünkü iyi insanların bile lider olmaması gerektiğine inanıyorlar. Eğer gerçekten işlerin bizim istediğimiz gibi olmasını istiyorsak,hayvan özgürlüğünü savunanlar politik iktidarı ele geçirmek zorunda.
Hayvan özgürlüğünü gerçekleştirmek için insanların davranışlarını değiştirmek zorundayız, bunu yapmanın da iki yolu var- eğitim ve zor kullanma. Hayvanlara düzgün davranmasını istediklerimizi eğitmeli ve diğerlerini de mesela kanunlarla vb. ile öyle yapmaya zorlamalıyız. Çoğu insan hayvanların gördüğü zulme karşı çıkmak için parmağını kıpırdatmayacaktır. Bunu kabul etmek zorundayız. Bu insanlar pembe dizi seyretmekle, Biri Bizi Gözetliyor vb. izlemekle meşguller. Ancak halktaki bu ilgisizlik eğer iktidarı ele geçirirsek çok işimize yarayabilir, çünkü çoğu insanın hayvan haklarından yana bir hükümetin yaptığı yasalara da karşı çıkmayacağı anlamına gelir. Politik arenada aktif olmak zorundayız, bana göre Yeşil Parti bu iş için uygun, hayvan koruma yasalarını geçirecek güçlü bir hükümet kurabilir. Eğer insanları eğitmeyi başarırsanız, ama sonuçta bu insanların seçeceği kimse yoksa, bu insanları eğitmekten alınan kazancın yarısı kaybolmuş oluyor.

Hayvan laboratuarlarındaki kurbanları korumak için hiçbir şey yok. Hala sık sık yakılıyorlar, zehirleniyorlar, izole ediliyorlar, radyasyona maruz bırakılıyorlar, travmalar yaşıyorlar, şok geçirip zulme uğruyorlar. Sigara içmeye zorlanıyorlar, annelerinden yoksun bırakılıyorlar ve HIV ile hasta ediliyorlar. Sonra da öldürülüyorlar. Dünya’da hala hayat var mı?

Çok korkunç bir durum, evet ; ama biliyorsunuz karanlığa küfretmektense bir mum da sen yak diye bir söz var. Merhametten çok öfke hissediyorum. Eğer bir insanın bir hayvana işkence ettiği bir fotoğraf görsem “Aman Allahım, zavallı hayvan !” diye düşünmüyorum, “şerefsiz, bunları durdurmak istiyorum.” diye düşünüyorum. İşte kampanya düzenleyen kişilerle hayvanları kurtaran kişiler arasındaki fark burada yatıyor.
İnsanların tavırlarını değiştirmek, insanların davranışlarını değiştirmek meselesi bu mesele. İnsanlar davranışını sadece iki sebeple değiştirirler. Birinci sebep eğer değiştirmeyi istiyorlarsa değiştirirler. İkinci sebep ise, değiştirmemekten çok korkuyorlarsa değiştirirler. İnsanları eğitmek zorundayız, böylece insanlar değişmeyi isteyebilecekler, ama ayrıca değişmekten başka şanslarının da olmadığını hissettirecek şekilde eğitmeliyiz onları. Çok basit görünüyor biliyorum ama, karşı karşıya olduğumuz şey tamamıyla bu. Hayvan soykırımının tam da ortasındayız. Eğer hayvanların başına gelenlerin %1’ini düşünmeye başlasanız, beyniniz havaya uçardı. Bunun yaşandığını biliyorsunuz ama yapabileceğiniz bir şey yok; çünkü siz de kaybolur gidersiniz bütün bu olayların içinde, bu yüzden bence bunu nasıl durdurmak lazım sorusu üzerine odaklanmalıyız, bu soykırımı durdurmak için iyi stratejiler geliştirmeliyiz, nelerin işe yaradığı ve nelerin boşuna olduğunu anlamak için iyi düşünmeliyiz. Hayvan sömürüsünün her alanında zayıf halkalar bulunuyor, ona son vermek için işte bu zayıf halkalara baskı uygulamamız lazım.
ALF’in ilk eylemlerinin çoğu dirikesim üzerineydi. Şu anda İngiltere’de dirikesim oranları her yıl için 3 milyonun üzerinde. 70lerin ortasında 6,5 milyondu bu sayı. “Ne değişti?” diye sormak lazım; çünkü dirikesimi engelleyen herhangi bir yasa çıkmadı. Bence hayvan deneyleri yapmayı düşünen insanların çoğu korkuyor. “Bu deneyi yapmanın başka bir yolunu bulmam lazım, yoksa başıma ne geleceği belli değil” diye düşünüyolar.
İnsanların deneyleri yapması tamamen kendi istekleriyle alaklı bir şey. Hayvan deneyleri yapmamalarını söyleyen bir yasa da mevcut değil. Bu beni düşündürüyor işte, değişen ne ki? Ne oldu da değişti ? O dönemde ne oldu? O dönemde olan şey, işte dirikesimcilere karşı ayaklanan bu insanların kurduğu radikal hareketti. Değişen buydu işte.
Şimdi fark yaratmak istiyorsak vitesi değiştirmemiz lazım. Açıkçası artık herşey daha sert, ama deneyleri yürüten insanlara kişisel baskılar da uygulanmalı, şirket yöneticilerine de uygulanmalı bu baskı, sonuçta en son kararı onlar veriyor. Bence özel hayatları rahatsız edilmeli. Neden bir şirket hayvanlara işkence etsin ki diye soruyorsunuz kendinize, ve bir bakıyorsunuz ki bütün mesele şirketi yönetenlerin tek derdinin daha paralı yaşamak olduğunu görüyorsunuz. Eğer insanlar deneylerden böyle hoş bir hayata sahip olacakları parayı kazanmazlarsa o zaman “acaba bunu yapmalı mıyım?” diye düşünmeye başlayacaklar; çünkü deney yapmalarına sebep olan şey asla geçerli değil. Bu ülkedeki bütün gaddar yasalara rağmen bence hala bu insanların hayatını zorlaştırmanın yasal yolları var. Bence insanların bu yan yolları keşfetmesi gerekiyor. Mesela, dirikesimciler genellikle gizli yaşıyorlar. Komşularına ne iş yaptıklarını söylemiyorlar. Eğer hayvan hakları savunucuları bu insanların ne olduğunu açıklarsa bu kişiler üzerinde büyük bir baskı oluşmuş olur.
Açıkçası ben ALF’in başarılarından çok memnunum. Ama tekrar başlamak gibi bir şansım oslaydı herşeyi farklı yapardım, ALF’e olan katkılarım açısından bugün farklı yapacağım üç şey var.
Eğer o günlere dönebilseydim kişisel olarak yapacağım şeyler bunlar yoksa başkalarını yapmaları için cesaretlendireceğim şeyler değil. İnsanları kendimin yapmayacağı şeyler yapmaları için cesaretlendirmezdim. Artık doğrudan eylemlere katılmıyorum; çünkü kişisel ve taktiksel sebepler nedeniyle artık yasaları çiğneyebilecek bir durumda değilim. Bu yüzden diğer insanların yasaları çiğnemesini öneremem, çünkü kendim almaya hazır olmadığım sorumlulukları başkası alsın diye insanları cesaretlendirmek doğru değil.
İlk olarak, eğer başa dönebilseydim, hiçbir laboratuara gitmezdim, hiçbir araştırma merkezine gitmezdim. Doğrudan hayvanları sömürenlerin evlerine giderdim ve yapılan protestolar da hayvan sömürücülerine odaklanırdı doğrudan, çünkü eninde sonunda bütün iş bu işi yapanlarla alakalı. Bütün o şirketler insanlar tarafından yönetiliyor ve eğer geri dönebilsem doğrudan bu insanlara giderdim. Onları öldürmekten söz etmiyorum, ama onlara belli oranda şiddet uygulama seçeneğini de bir kenara atmazdım açıkçası. Özel hayatlarının ızdırapla dolması için birçok yöntem denerdim. O konforlu evlerinin masrafları yaptıkları dirikesimlerden kazandıkları paralarla ödeniyor.
İkinci olarak, ALF ile alakalı bütün o şiddetten yalıtılmışlık meselesini tamamen iptal ederdim. Birçok hayvan hakları ve hayvan özgürlüğü eylemi tamamen eğitimsel olmalı, bu yüzden de şiddetten uzak olmalı ama, insanların hayvanları sömürenlere karşı şiddet kullanmasının ahlaken yanlış olduğuna inanmıyorum.

Üçüncüsü, ve esas önemli olan da bu, hayvanları laboratuardan çıkarmazdım. Bunun sebebi, laboratuarların kapanmasını sağlamadıkça onları oradan kurtarmak hayvanların çektiği acıyı azaltmıyor. Hayvanlar kurtarılsa da yerine başkaları geliyor. Dahası, kendilerine yuva bulduğunuz, kurtarma merkezlerine götürdüğünüz hayvanlar başka istenmeyen, sokağa atılan hayvanların yerini işgal etmiş oluyor. Bu yüzden bir hayvanı kurtarırken aslında diğer iki tanesini mahkum etmiş oluyorsunuz. Ayrıca, hayvanların kurtarılması bu yerlere gerekli finansal baskının yapılmasını sağlamaz, oysa bu tür yerlere yapılan baskınlardan sebep olduğu finansal zarar daha büyüktür.
Hayvanların kurtarılmasıyla alakalı böyle küçük bir problemim var. Bence çok övülmeye değer bir şey kesinlikle ve kötü bir şey olduğunu da söylemiyorum (eşim ve ben 4 köpek ve 10 kedi kurtardık); ama hayvan özgürlüğüyle alakası yok bunun. Hayvan özgürlüğü insanların davranışlarını değiştirmekle alakalıdır. Esas olarak insanlarla alakalı bir şeydir, hayvanlarla değil. Beni üzen şey, o iyi hayvan hakları eylemcileri kurtarma olayları esnasında yakalanıyorlar, ve enerjilerinin çoğu da buna gidiyor. Kurtarma eylemleri esas eylemlere katılamayanlara bırakılmalı. Bir benzetme yapmak gerekirse: kalp cerrahı olmak da postacı olmak da önemli bir iştir. Ama yetenekli bir cerrah zamanının çoğunu ameliyat yapmak yerine posta dağıtmakla geçirirse, bu, yeteneğinin heba edilmesinden başka bir şey değildir. İşte kurtarma olayına kendini adayan o iyi eylemcilerle ilgili böyle hissediyorum.

Hayvan kurtarma olayının, öldürmeden kurtarma olayını desteklememenin sonuçlarından birisi Ingrid Newkirk gibi insanların kendi arazilerinde en son teknoloji fırınlar ve dondurucular açmasına izin vermesi. Newkirk bunu gerçekleştirdi, hem halkın hem de hayvan haklarını savunanların nazarında sanki hayvan haklarını savunuyormuş gibi bir ilüzyon yaratıyor.

Hayvanları kurtarma işine girişerek aslında PETA yetkin bir şekilde kampanya düzenleme yeteneklerine zarar vermiş oldu. Hayvan özgürlüğü, insanların davranışlarını değiştirmek için kampanyalar düzenlemekle de alakalıdır. PETA’nın hayvan kurtarma işine girişme sebebini kimse bilmiyor. Çöp bidonlarında düzinelerce hayvan cesedinin bulunması iğrenç bir şey, bu elbette hayvan hakları ve hayvan özgürlüğü için yapılan bütün eylemlere zarar veren bir olay. Yılardır süren eylemleri, kampanyaları silip atıyor, çünkü insanlar bu tür şeyleri unutmazlar. Kampanyaları yürütenler hükümetler ve yerel otoriteler üzerinde baskı kurmalı, doğrudan kurtarma eylemlerine katılmak yerine hayvanların kısırlaştırılmasını sağlamalı.
Dahası, PETA gibi büyük kuruluşların ödemesi gereken ücretler var, büyük ofis kiraları vs var. Burada öncelikler değişebilir, en önemli eylem metodu nedir sorusu, nasıl daha fazla para kazanabiliriz sorusuna dönüşebilir. Dikkat edilirse bu iki şey birbirinden çok farklı. Hayvan özgürlüğü mücadelesini kazanmak için, bu meseleye uzun süre odaklanmak gerekir. İngiltere’de kazanılan bazı mücadeleler, mesela Newchurch hint domuzu çiftliğinin kapatılması gibi başarılar, eylemcilerin yıllarca bu mesele üzerine eğilmesi sonucunda başarılmıştır. Ancak kuruluşlara en çok para getiren şey yeni kampanyalardır. Yeni bir kampanya başlatıp “ Bu yeni bir kampanya, bize para verin” dersiniz. Bu yüzden bu büyük kuruluşların yapmaya meyilli olduğu şey, sürekli yeni kampanyalar başlatmak ve bu arada bir süredir devam eden kampanyaları hedeflenen sonuç başarılmamış olsa bile sona erdirmektir. Bunun sebebi de ana hedefin kampanyayı kazanmak olmaması, para kazanmak olmasıdır. Büyük bir sorun elbette bu, birçok ulusal kuruluşun, hatta daha iyi ve daha radikal kuruluşun bile işin içine karışmış olduğu büyük bir problem. İnsanların hayvanları korumak için para kazanmasına karşı değilim; ama büyük kuruluşların o kadar çok çalışanı var ki bir müddet sonra şirket gibi çalışmaya başlıyorlar, bu bir sorun elbette.
Sonuç olarak, açıkçası, bu, kesinlikle bizim kazandığımız bir savaştır, bunu belirtmek isterim. Daha fazla sayıda insan vejetaryen ve vegan oluyor, kürk ticaretinin büyük bölümü İngiltere’de sona erdirildi, aynı şey diğer ülkelerde de meydana gelmeye başladı. Dirikesim eskisine oranla daha az görülüyor, İngiltere’de avcılığa yasak getiriyoruz (pek etkili olmasa da bir başlangıç sayılır), ve hayvanları eğlence sektöründe sömüren endüstriler de (özellikle sirkler ve tazı yarışları) artık ölüyor, çevreye verilen büyük zararla daha fazla sayıda insan ilgilenmeye başladı. Gidecek uzun bir yol var önümüzde, ama eğer güçlü olursak, olumlu yaklaşırsak, ısrarcı olursak, kararlı olursak, eninde sonunda oraya varacağız.

Gönderen : CemC tarih : Tuesday 23 December 2008 - 18:31:10 |