Güclüler yasar zayiflar ölür düsüncesi insanlik tarihiyle özdes oldugu söylenir. Insan beden gücünün yetmedigi yerde zeka gücünü kullanip, dogayi ve canlilari hükmederek yasamaya devam eder. Dinler ve kurumlar böyle sekillenmistir.
Devletin ders kitaplari hayvanlari iki türe siniflandirip, onlari nasil kullanacagimizi formüle eder. Bir yandan evcil, bir yandan yabani hayvanlar arasinda ayirim yapilir. Oysa ki evcil anlayisi kendimizin cikar amaciyla yarattigi suni bir terimdir.
19 yy’a kadar, insanlar hayvanlarin etinden, sütünden, yumurtasindan, tüyünden ve kemiginden yararlaniyordu ya da savaslarda arac olarak kullaniyordu. 19 yy’in basinda ise endüstrializmin ortaya cikmasiyla, hayvanlarin (ve ayni sekilde insanlarinda) kullanilmasi farkli boyutlara cikti.
Fakat insanlar emeginin karsisinda (adaletsiz de olsa) bir ücret alir, hayvanlarin ise böyle bir sansi yoktur. Insanlarin örgütlenip, isyan ede bilme kosullari varken, hayvanlarin yoktur.
Insanlar her canlinin yaptigi gibi, cevresine uyumsaglayacagina, tam tersine cevresini kendine göre sekillendirir ve gerekirse yok eder. Bu insani siddet’den hayvanlar kadar tüm ekosistemi nasibini almaktadir.
Hayvanlara karsi iliskimiz sadece kullanis üzerine kurulmustur. Hayvanlar insanlar icin bir aractir – eglence icin (örnegin boga güresi, at yarisi, ayi dansi, horoz güresi, hamster gibi “ev hayvani”, vs.), estetik icin (örnegin salyangozlarin anti-aging kremler icin kullanilmasi), tip icin (hayvan deneyleri), hatta cinsel fantaziler icin (zoofili).
Feodal sistemlerdeki dini baskidan, tabulardan ve yasaklardan dolayi, insanlar cinsel isteklerini hayvanlar üzerinde girdermeye baslamislardir. Örnegin kirsal kesimlerde yasayan erkekler eseklerle, köpeklerle, hatta kümes hayvanlariyla cinsel iliskiye girerken, sehirlerde kapitalizmin yarattigi sorunlardan (örnegin insanlarin birbirlerinden isole olmalari) dolayi erkek ve kadinlar evcillestirdikleri hayvanlarla cinsel iliskiye girmektedirler. Güney dogu asya’da ise orangutanlar özel genel evlerde müsterilere satiliyor. Yillarca tecavüz edilen maymunlar, genel evden kurtarilsa bile, ömür boyu travmative ve depresif kaliyor. Kendi türünün sürüsüne artik entegre olamiyorlar ve ömür boyu kaptiklari cinsel hastaliklarinin acisini cekiyorlar (Hepatitis B, Aids, vs.). Cinsel heyecan yaratmak icin kullanilan hayvanlar, ayni sekilde yemekte’de degisik “heyecan”ya da fantaziler yaratmak icin kullanilir. Maymunlarin kafataslari yine Güney Dogu Asya’da canli ve ayik bir sekilde bir aletin icine sikistirilir. Kafa tasinin üst kismi testere ile kesilir ve hayvanin kafasina, beyni püre haline gelene kadar, sopalarla vurulduktan sonra kasiklarla beyni yenir.
Et üretimi hem hayvanlari, hem ücüncü dünya ülkelerini sömürür
Et üretimi icin yüksek derecede dogal kaynaklar harcaniyor. Tarimda, toprak hayvanlara yem üretmek icin kullaniliyor. Bir hayvani semirip, kesilecek hale getirene kadar, senelerce tahil ekip, sulanmasi gerekir. Tek bir kilo inek eti kazanmak icin 8-16 kilo tahila ve 15’000 litre suya ihtiyac vardir (hem hayvanlarin icecek suyu, hem tahilin gelismesi icin gereken su). Tüm dünyadaki tahil biciminin %50’si ve soya biciminin %80’i et prodüksiyonu icin kullaniliyor. Bu günun dünyasinda insandan daha fazla ve yalnizca et üretimi icin yetistirilen hayvanlar var. Tabiki bu dogal bir durum degil. Su an bu kadar inegin, tavugun, kuzunun, vs. olmasinin nedeni, bizim onlari et yeme, süt icme ya da yumurta yeme amaciyla suni bir sekilde özel üretip cogaltma amaciyla fabrikasyonlasmadir. Dünyanin en önemli et export ülkeleri arasina giren Brezilya ve Arjantinde inek eti üretimi icin, her sene hektarlarca yagmur ormani kesiliyor ve böylece tarim topragi yaratiliyor. Tüm dünyadaki tarim topragini, et üretimi icin degil de, direk tahil üretimi icin kullansak, 8 mislisi gida üretebiliriz. Et üretimi ise hem hayvanlari sömürür, hemde ücüncü dünyadaki milyonlarca gidasizliktan ve susuzluktan ölen insanlari – cünkü bunca et üretiminden sadece zengin ülkelerin insanlari faydalanir.
Yumurta üretimi
Kümes hayvani dedikleri tavuklari, sürüler halinde ufacik kafeslere sokup, lamba isiklandirmasiyla suni bir gündüz/gece ritmi yaratilir ve günlerin daha hizli gectigi asilanir.. Bu sekilde yumurta üretimi hem hizlandirilir, hem hava durumuna ya da mevsime bagli olmaktan cikar. Tavuklar daracik kafeslerin icinde strese girer, tüyleri dökülür ve birbirlerini öldürüp yemeye baslarlar. Bunu engellemek icin, bastan gagalari kesilir (asagidaki resim).
Tavuklarin yumurtlama fonksiyonu, üremesi icindir. Biz kendi cikarimiz icin, hayvanin dogasini kaldiririz ve alt üst ederiz. Dogada, tavuk günde en fazla bir yumurta üretir. Fakat bunu sadece bir kac gün üst üste yapar, ta ki yuvasi dolana kadar, yani asagi yukari 10-12 yumurta bir araya gelene kadar. Yeterince yumurta bir araya geldigi an, kuluckaya oturur. Insanlar ise, bu sayi gerceklesmeden yumurtalari hemen aldigi icin, hayvan telasla tekrar ve tekrar yumurtlamaya devam eder. Özgür bir tavuk senede kendiliginden 20 yumurta üretir, fakat “evcil”( fabrikasyon) tavuk üstteki nedenlerden dolayi senede 300 yumurta üretir. Bünyesi abartili yumurta üretiminden tahrip olur. Yemden aldigi kalsiyum bunca yumurta icin yeterli degildir, ve bünyesi gerekli kalsiyumu hayvanin kemiklerinden alir. Bundan dolayi kemik erimesi, kirilmasi ve bir yigin baska hastaliklar cok yaygindir. Normalinde 8 yasina gelebilen tavuk bu sekilde 1-2 sene sonra ölür. Yumurta üretim fabrikalarinda civciv üretimi de önemli bir sektördür. Disi civcivler büyütülüp, yumurta ya da et üretimi icin kullanilir; erkek civcivlerin beslenmesi ise daha fazla yem gerektirir ve daha az et kazandirir, bundan dolayi yumurtadan ciktiktan sonra disiler ve erkekler ayirilir (“sexing”) ve erkek civcivler ya gazlanir ya da canli bir sekilde topluca ögütücü makinalara atilir. Ögütüldükten sonra direk disi tavuklarina yem olarak verilir.
Süt üretimi
Memeli hayvanlarin süt üretmesi icin (tipki insan gibi) gebe olup dogurmasi gerekir. Bu kosul insanlar tarafindan kendi cikarlari icin suni bir sekilde yaratilir. Inekler zorla gebe birakilir ki, bünyesi süt üretsin. Dogumdan sonra, süt hakkina aslinda sahip olan yavru, anneden ayirilir ve süt insanlar icin alinir. Yavru ise disiyse, büyütülüp, o da ayni sekilde süt makinasi olarak kullanilir, erkekse mezbahlarda kesilir. Kesilecek buzagilar özel kan azaltici ilaclar vererek, anemik hale getirilir ve böylece etlerinin suni bir sekilde acik renkte olmasi saglanir. Acik renk tüketicide etin daha taze oldugu hissini yaratmaktadir.
Inek abartili derecede sagildigi icin, süt bezeleri iltihaplanir ve agri yaratir. Bu yöntem bir cok hastaliga yol acar, örnegin mastit (meme iltihabi) ve kan hastaliklarina. Hayvan ise hastalandigi ya da süt veremedigi an, varlik hakkini insan gözünde kaybeder ve kesilir. Inegin dogal yasam beklentisi 25 senedir, fakat süt inegi 5-7 yas arasinda ölür. Insan icin, hayvanlar sadece onlardan faydalandigimiz müddetce degerlidir. Canli degil, kullandigimiz bir maldir. Mal bozuldugu an, cöpe atilir ya da farkli bir sekilde kullanilir (örnegin etini yiyerek). Gercektende bir cok ülkenin yasalarinda, hayvanlar mal olarak gecer. Komsunuzun kedisini pencereden atsaniz, hukukta mal tahribati olarak gecer.
(resimler: memeleri enfeksiyon ve abse (mastit) olmus süt inekleri)
“Foie gras” vahseti
Kazlarin karacigeri bazi bölgelerde lüks ve lezzetli bir yiyecek olarak gecer. Bir ihtiyac yaratildiktan sonra, kapitalizm bir ürünün prodüksiyonunu mümkün oldukca hizlandirmak ve cogaltmak ister. Bundan dolayi „foie gras“ üretimini de fabrikasyon haline getirmistir. Kazlarin kafalari özel makinalarda demir arasi sikistiriliyor ve bogazlarina 50 santim uzunlugunda borular sokuluyor. Günde 5 kere 1 kilogram misir püresi borudan zorla direk migdelerine indiriliyor. Hayvanin organizmasina göre, 1 kilo misir püresi, insanla karsilastirdigimizda, bir insana zorla 24-30 kilo arasinda makarna yedirilmesi ile esittir – vede 5 saniye icerisinde günde 5 kere. Bu sekilde normalinde 120 gram agirliginda olan kara cigeri, az bir sürecte 1,2 kilograma ulasabilir. Kazlar cogu zaman bu kiloya ulasmadan migdeleri patlar, yemek borusu yirtilir, gagalari kirilir, bogazinin icinde kistler ürer, dalaklari ve böbrekleri hastalanir. Bakicilar ise hayvanin ölecegini yere yatmasindan anlar ve böylecesine ölmeden az önce kesip, karacigerini cikartir. Ölmeyenler ise kesme zamanlari geldiginde, metal askilara asilip, elektrik havuzuna“ sokularak öldürülür. Insanlarin yedigi karaciger ise yaglanmis ve hasta bir karacigerdir. Bu yöntem günümüzde en cok Fransa, Maceristan ve Bulgaryada uygulaniyor. Bu sekilde her sene 121 ton „foie gras“ üretiliyor.
Tip egitiminde hayvan deneylerine alistirma stratejisi
Novartis ülkesi Isvicrenin tip egitiminde ögrenciler daha ilk senede hayvan deneylerine alistiriliyor. Derste tavuk yumurtalari kirilip, embriyonlari mikroskop altinda inceleniyor. Kirik yumurtadan cikartilan embriyonlarin kalb atisi yavas yavas azaliyor, ta ki tamamen stop edene kadar. Amac, embriyonik yapiyi incelemek olsa, tüm sinif rahatlikla tek bir embriyonu inceleyebilir. Fakat her ögrencinin kendine ait bir embriyonu öldürmesi, alistirma yönteminin disinda birsey degildir. Derste ögrencilere yesil floresan fareler sunuluyor (farelere bir denizanasi cinsinin floresan geni entegre edilmistir) ve hocalar tarafindan sevimli ya da eylenceli olarak gösteriliyor. Felc insanlara tedavi bulmak icin, hayvanlar üzerine arastirmalar ve deneyler yapilir. Bu amacla, hayvanlar bilincli bir sekilde insan tarafindan felc ediliyor. Depresyona karsi ilac üretmek icin, hayvanlar kimyasal bir sekilde depresif hale getiriliyor. Dermatolojide yanik yaralarina tedavi üretmek icin, kazayla yaralanan bir insanla ayni kosullar altinda bilincli bir sekilde hayvanlar yaralaniyor: örnegin domuzlar canli ve ayik bir sekilde kaynak aleti ile yakiliyor.
Insan-Doga paradoksonu
Biz insanlari hayvanlara ve dogaya tezatli( celiskili) bir iliski baglar: bir yandan onlara bagimliyizdir, bir yandanda onlari yok ederiz.
Endüstri ülkelerinde bu iki yüzlü iliski bir fenomene yol acar. Normalinde et yiyen insanlar, ölü bir hayvan ya da mezbaha ici gördükleri zaman igrenirler. Kan ve ölü et görüntüsü onlarda tiksinti yaratir, fakat paradoks bir sekilde tipatip aynisini hic rahatsiz olmadan yerler. Tabaklarinin icindeki yemegin bir canli olmasini bir yana iterler ve sanki mezbahada tiksindikleri tabaklarinda degildir. Canli bu sekilden ölümle ( katledilerek) bir ürün haline gelir ve süpermarketlerde hazir paketlenmis, canliligini andirmayacak- hatirlanilmayacak bir sekilde tüketiciye sunulur.
Ayni sekilde bir cok insan kendisinin kesinlikle bir hayvani öldüremeyecegini söyler, fakat cok rahat öldürülmüs bir hayvani yer. Bu acidan aslinda bir canlinin öldürülmesine karsi degildir; sadece kendisi onu öldürmek istemez. Belkide bir canlinin gözüne bakarak, onun yasamini alirken, karsilasacagi vicdandan korkuyordur. Bundan dolayi amac icin gereken „pis isi“ baskasina yaptirir ve isin hazir ürününden faydalanir. Tipki kapitalistlerin isi baskalarina yükleyip, isden cikan kardan kendisinin faydalanmasi gibi. Hayvanlara bagimliligimiz, onlari sömürme, kullanma ve tüketme seklimiz kapitalizmin özellikleriyle aynidir. Türcülük, irkcilik, homofobi gibi yapilar hep ayni bazdan olusur: bir canlinin diger bir canlidan üstün görülmesinden ve bu üstünlügünün diger canliyi diskrimine etme hakkini getirdigi düsüncesinden. Kapitalizm nasil isciye, ögrenciye, vs. bagimliysa, biz insanlarda hayvanlara o kadar bagimliyiz. Kurdugumuz sistemde onlara ihtiyacimiz vardir, cünkü sömürüyü yasantimizin her gözeneginde baz aliyoruz: hayvanlari beslenmek icin, yanlizliga ya da can sikintisina karsi (dost olarak tutulan ev hayvanlari), ücretsiz isci olarak, kiyafet üreticisi olarak (deri, yün, ipek, vs.), eylence faktörü olarak (sirk, hayvanat bahcesi, vs.) kullaniyoruz.
Bunun ötesinde, hayvanlar „sevimlik faktörüne“ göre ayirilir. Sadece insanlara sevimli ya da güzel gözüken hayvanlarin yasami degerli görülür. Örnegin tavuk yenir, fakat kus yenmez – ya da inek yenir, fakat kedi yenmez. Hatta zaman zaman, medya ya da toplum, bazi halklari „sevimli“ hayvanlari yemesinden dolayi yargilar. Cin’de köpek ve kedi yenmesi skandal haline getirilmistir ve bir cok kez „asagilik“ olarak suclanilmistir. Ancak, bir varligin degeri sevimlilik ya da güzellik faktörüne göre belirlenemez. Bu mantik tekrar insan toplumunda bulunan bir sömürü mekanizmasi ile esittir. „Lookism“ dedigimiz yapi (bir insani dis görüntüsünden dolayi diskrimine etmek) örnegin is basvurularinda güzellik anlayisina uygun insanlarin tercih edilmesine yol acar, kapitalist toplumdaki rekabeti dahada körükler, kadinlarin degeri güzelliklerine göre belirlenmesini getirir ve iste et yeme konusunda tekrar ortaya cikar. Bir köpegin yasam hakki varsa, ayni sekilde bir ineginde yasam hakki vardir. Bize bir köpegin yenmesi tuhaf gelebilir, fakat hintli bir insana göre, tam tersine inek yememiz anormal gelebilir. Bu sekilde düsünmemizin hic bir mantikli aciklamasi yoktur, sadece subjektif duygular, deger yargilar, kültürel ve dini sartlanmalar üzerine kurulmustur. Etobur hayvanlarin yenmedigi de dogru degildir, cünkü örnegin baliklar, tavuklar, kus cinsleri ve domuzlar et yer. Orta cagida Avrupa’da örnegin ayi ya da kurt eti’de yenirdi. Bugünümüzde etobur hayvanlarin yenmemesi, üretimi daha pahali olmasindan kaynaklanir. 100 misli fazla toprak gerektirir, cünkü otoburlari beslemek icin bile bol tarim alanina ihtiyac vardir; etoburu beslemek icin ise, cok fazla otobur hayvana ihtiyac vardir. Simdi böyle diyen olabilir: „Peki, ama köpekler ineklerden daha zeki, dolayisiyla onlar yenilemez“. Bu mantik cok yaygindir, fakat ona bakarsak, zeka orani köpek cesitlerine göre degisiyor. O zaman IQ’su yüksek olanlari yemeyi red edip, IQ’su düsük olanlari yemeyi kabul etmek mi gerekir?
Ayni sekilde bazi insanlar, örnegin beyin özürlüleri, zeka olarak bazi hayvanlardan daha gerideler. O zaman onlari yemek normal mi olur? Evet, son cümlede belki sicramis olabilirsiniz, fakat bu örnegi bilincli bir sekilde kullandik. Insan konusuna gelince bize itici ya da provokatif gelen birsey, hayvan konusuna gelince, bizlere cok dogal geliyor. Madem zeka belirleyiciyse, neden zeka orani düsük olan bir insanin yasama hakki var da, ondan zeki olan bir hayvanin yasama hakki yok? Bu noktada belki düsünülebilir ki „Insan kanibal (yamyam) olmadigindandir“. Yani insan kendi cinsinden bir varligi yemez. Dogru, aynen bir yigin et yiyen, fakat kendi cinsine dokunmayan hayvanlarda vardir. Fakat bizi onlardan ayiran, ve tekrar celiski dolu olan, birsey vardir: evet, biz insan eti yemeyiz, ama (kanibal olmayan diger canlilara benzemeyen bir sekilde) insan öldürebiliriz, yok edebiliriz, hatta iskence edebiliriz. Bir cok balik cesidi ya da peygamber devesi gibi kanibal canlilar isi kendi cinsini yer, fakat sadece karnini doyurmak icin öldürür – ne mülkiyet sahibi olmak icin, ne stok ve satis icin, ne kiskancliktan, ne de öldürme zevkinden. Bu noktada soru acmak istiyoruz: o zaman kim gercek kannibal?
Insan etobur mudur?
Insanin etobur oldugu bile söylenemez. Dogal etoburlar eti cig yerler. Bünyeleri buna müsaittir. Insan bünyesi ise eti cig yemeye müsait olmadigindan, eti pisirir. Etoburlarin bagirsagi vücüdunun asagi yukari 3-4 misli uzunlugundadir, cünkü cürümeye baslayan etin hizli bir sekilde (patojenler üretmeden) vücüttan cikmasi gerekir. Vejetaryen besinlerin sindirimi ise daha uzun sürer ve bundan dolayi otoburlarin ve insanlarin bagirsagi daha uzundur.
Etoburlarin migde asidi kas veya kemik dokusunu eritmek icin otoburlarinkinden daha güclüdür; 10-20 misli daha fazla pepsin ve hidroklorik asite sahiptir. Insan ise eti yemeden önce pisirerek, sindirimin önemli bir kismini exojen gerceklestirir, yani bu sekilde aslinda zekasiyla kendi dogasini kandirir.
Insanlarin tipki otoburlar gibi yirtici disleri degil, cigneme disleri belirgindir. Etoburlarin tükürügü asitlidir, otoburlarin ve insanlarinki ise alkalik. Agizdaki tükürük bezelerinin salgiladigi Pityalin (bir α-amilaz) enzimi karbonhidratlari daha kisa parcalara (oligosakkaritlere) böler ve bu sekilde ön bir sindirim fonksiyonu gerceklestirir. Pityalin bundan dolayi tahil gibi bitkisel yemlerden beslenen canlilar icin tipiktir ve insanlardada bulunur.
Otoburlar (ve biz insanlar) vitamin c’yi distan alirlar (bitkilerden), etoburlar ise kendi vücutlarinda üretebilme gücüne sahiblerdir. Terleme sistemimiz’de otoburlara benzer, cünkü tipki otobur hayvanlar gibi milyonlarca deri gözenekleri üzerinden terleriz, etoburlar ise organizmalarini ter bezeleri sayesinde degil, dilleri üzerinden sogutur – fakat deri gözenekleri yoktur.
Bazi yag asitleri bizim icin temeldir, yani organizmamiz onlari üretemez ve distan (besinle) almak zorundayizdir. Örnegin omega-3 ve omega-6 yag asit ihtiyacini balik yiyerek giderebildigimiz söylenir. Fakat her ikiside bitkisel yaglarda bulundugu icin, genelde hic balik eti yemesek bile, cok rahatikla ihtiyacimizi karsilayabiliriz. omega-6 asitleri bir yigin bitkisel yaglarda’da bulunur (örnegin ay cicek yaginda). Ayni sekilde omega-3 asitleride bitkisel (kolza ya da soya) yaglarda bulunur. Önemli nokta, bu asitlerin balikta bulunmasinin nedeni, baligin onlari üretmesi degildir. Balikta, onlari yedigi yosunlardan ve fitoplanktondan (bitkisel plankton) alir. Yani aslinda bu temel yaglari et’den degil, endirekt bir sekilde yine bitkiden aliriz.
Insanlar kolaylikla ve saglik durumlari zarar görmeden etsiz beslenebilirler, fakat sadece etden beslenemezler. Bazi insanlar doga sartlarindan dolayi sadece etden besleniyorlar, örnegin bazi eskimo halklarin sadece baliktan beslenmesi gibi. Yinede eksiklik belirtileri olmuyor, fakat bunun nedeni tekrar et yemeleri degil, yedikleri hayvanin bitkilerden aldigi ve etinin icinde bulundugu besinlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder