Bu blog Emeğin Yoldaşlığına ; Çokluğun emeğinin arşivlenmesine bir katkı olsun diye, HERKESİN,AMA HİÇKİMSENİN şiarıyla var...İSYAN,KOMÜN,ÖZGÜRLÜK...
DUYGULANIYORUM,ÖYLEYSE VARIM...

Bu Blogda Ara

Spinoza

Spinoza'dan Neşe ve Keder olarak yapılan çeviriye karşı ;Cüret ve dumur kavramlarını öneriyoruz...

Hayat Akıyor...

İsyan Büyütür...

İsyan Büyütür...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Taşkın-Belirlenim, Açıklama ve Anti-Realizm

Emrah Göker
Dünyanın bir tamamlanmış şeyler karmaşası olarak değil de, görünüşte durulmuş
şeylerin, tıpkı beynimizdeki zihinsel yansıları olan kavramlar gibi, kesintisiz bir oluş ve
yokoluş değişmesinden geçtikleri, son olarak bütün görünüşteki raslantılara ve geçici
geriye dönüşlere karşın, ilerleyici bir gelişmenin eninde sonunda belirmeye başladığı bir
süreçler karmaşası olarak dikkate alınması gerektiği düşüncesi – bu büyük temel
düşünce, özellikle Hegel'den beri günlük bilince öyle derinlemesine işlemiştir ki, bu
genel biçimiyle artık hemen hemen hiçbir itirazla karşılaşmaz. (Engels, Ludwig
Feuerbach and the End of Classical German Philosophy, Selected Works: Volume 3; s.
339, 362-3; vurgu benim)



Bir fırsat bulup (uzun bir zamandır erteliyordum) Amherst Okulu’nun (Resnick, Wolff,
Cullenberg, Gibson-Graham) bazı yazılarını okudum geçen hafta (Postmodern
Materialism derlemesiyle bazı Journal of Economic Issues yazıları) – okuduğum birkaç
makale tabii, nihai bir kavrayış edindiğim söylenemez. Ancak Althusser’e biraz olsun
aşinalığımdan, postmodernizm tartışmalarına sayısız kez dalmışlığımdan cesaret alıp bu
yazıda bu okulun neo-Althusserci çizgisiyle de muhatap olayım dedim.


Hem bu yazılar, hem de Yahya Madra, Ceren Özselçuk ve Kenan Erçel’in Toplum ve
Bilim yazısı (“Bir Tabu Olarak ‘Ekonomi’”) sayesinde geçen seneki realizm-antirealizm
tartışmamızda sorduğum bir soruya da tatmin edici bir cevap bulmuş oldum: Antirealist
önermelerin dayandığı “zemin” nedir diye soruyordum, Amherst Okulu’nun yorumuyla
Althusser ve “overdetermination” üzerinden bu zeminin ontolojik ve epistemolojik içeriği
kafamda açıklık kazandı artık. (Ne var ki, bu içeriğin tamamen tutarlı olmadığını ve
tutarsıklıkları nedeniyle antirealist bir konumu zorunlu kılmadığını düsünüyorum, dilim
döndüğünce meramımı anlatacağım bu mesajda.) Aşağıda 3 şey yapmaya calışacağım:
(1) Önce overdetermination kavramını, eleştirel gerçekçiliğin (EG) yorumunu da
getirerek, inceliyorum. (2) Sonra nedensellik ve izahat (explanation) nedir, biraz bunları
tartışıyorum. (3) En son da Timothy Mitchell’in izahat stratejilerinden bir-iki somut
örnek alıyorum.
1.


Psikanalizin geliştirdiği kavramların toplumsalın analizine transferindeki sorunlardan
başka bir yerde dem vurmuştum; kanımca taşkın-belirlenim kavramının Althusser’ce
Freud’dan ödünç alınıp Marksist toplumsal formlar kuramına taşınması meşru görünüyor,
zira Althusser kavramın nasıl işletildiğini ziyadesiyle açıklıyor. [Bu arada, Althusser’in
1962 tarihli klasik makalesi “Contradiction and Overdetermination”a bakabilirsiniz.]



Freud taşkın-belirlenim kavramını The Interpretation of Dreams’te geliştirmiş
zamanında, buna göre kavram bir rüya imgesine neden olan, çocukluğumuzdan şimdiye
dek birikmiş sonsuz sayıdaki psişik etkiye tekabül ediyor. Bu etkiler rüya imgesinin
hakkında olduğu şeylerin yoğunlaştırılıp kolayca tanınmaz bir hale getirilmesine neden
oluyorlar, böylece “manifest” rüya “latent” düşüncelerden daha az zengin bir içeriğe
sahip oluyor. Althusser’in derdi, Hegel diyalektiğindeki, daha çok kavramların ve
düşüncelerin dünyası ile ilgilenen idealist “basit çelişki” ilkesini derdest edip, materyalist
bir anlayış geliştirmek – çelişkilerin her zaman karmaşık, bir çok faktör tarafından
etkilenen, tekil bir “mantık” tarafından güdümlenmeden kurulan, “taşkın-belirlenmiş
çelişkiler” (overdetermined contradictions) olduğunu göstermek. [Hegel’in Tinin
Fenomenolojisi’nde bu basit çelişki köle-efendi ilişkisinde anlaşılabilir: Köle efendisinin
kendisine bağımlı olduğunun ayırtına vardığında yabancılaşmasını aşacaktır, zira çelişki
“düşük yabancılaşmış bilinç” ile “yüksek yabancılaşmış bilinç” arasındadır. Basit çelişki,
yani, dualistik, yekpare bir mantıkla işleyen çelişki.]
Yani, mesela bir toplumsal formasyonda devrimci kırılmayı gerçekleştiren bir neden
varsa, bu sadece iki sınıf arasındaki görünen antagonistik çelişki değildir; “neden”
raslansal, konjonktürel, yapısal pek çok çelişki ve koşulun, Freud’un deyimiyle
“yoğunlaşması” (condensation) ve birleşik bir etki yaratmasında aranmalıdır. Ne var ki
(bir dereceye kadar Resnick ve Wolff da teslim ederler bunu) Althusser diyalektik
çelişkilerin çoğulluğunun hangi spesifik mekanizmalarla ve süreçlerle çözümlendiği,
olumlu veya fena bir “aşma” (supersession) sonucunun tam olarak nasıl ortaya çıktığı
konularında tatmin edici değil.
Simdi bu noktada soru, Althusser’in Hegel’in ve “kötü özcülüğün” üstesinden gelme
çabasının “postmodern” bir materyalizmle mi (Amherst Okulu), “diyalektik EG” bir
materyalizmle mi tamamlanabileceği.
1.1.
Resnick ve Wolff (mesela, “New Marxian Political Economy and the Contribution of
Althusser” makalesinde, Postmodern Materialism derlemesi içinde) spesifik bir
toplumsal dinamiğin analizinde sayısız sürecin ve faktörün birbiriyle etkileştiğini,
birbirini belirlediğini, dinamiğin bu akışkan/geçişken unsurlarının herhangi birinin tek
başına dinamiğin “özünü”, “kurucu/yeniden-üretici mantığını”, “hakim yapısını”
oluşturamayacağını bildiriyorlar. Analizin herhangi bir momentinde bulunuyor
(presence) görünen şu ya da bu entite aslında taşkın-belirlenmiştir, kapatılamaz, süreçten
ayrı bir varlığı olamaz. [Aslında varlıkla ilgili zeminini being yerine constitution, “duruş”
yerine “akış” üzerine kuran çok eski bir felsefi gelenek yeniden canlandırılmakta burada.]


Bu yaklaşıma göre, bir dinamiği, süreçler setini izah etmek icin mümkün olan sonsuz
sayıda hikâye vardır. İzahatta kullanılan hikâyeler (explanans) gibi izah edilenler de
(explanandum) söylemsel rejimlere tabidir ve dolayısıyla bu rejimlerin dilsel
dinamiklerinin dışında varolan ve bize “daha doğru”, “daha hakiki” gibi yargı
protokolleri tedarik edebilecek kriterler de yoktur. [“il n’y a pas de hors-texte”]
Toplumsala dair [doğa bilimleri üzerine konuşmasalar da Resnick ve diğerleri


yaklaşımlarının tüm bilme biçimleri icin geçerli olduğunu düşünüyorlar sanıyorum]
bilinebilecek özler ve belirli bir söylem-dışı mantığa göre işleyen nedensellik zincirleri
olmadığı için anlatılan hikayeler arasındaki eşitsizlik ve hiyerarşi politik-hegemonik
mücadelelerin sonucudur.
Bu noktada Cullenberg’in (“Overdetermination, Totality, and Institutions: A Genealogy
of a Marxist Institutionalist Economics”, Journal of Economic Issues, Aralık 1999) pek
zayıf kalan bir argümanı var. Yukarıdaki gibi bir metakuramın doğal sonucu şudur:
Herhangi bir analize giriş noktası, “daha doğru”, vs. gibi kriterler uğruna diğer muhtemel
giriş noktalarından daha tercih edilir, daha meşru olamaz. Her şey birbiriyle ilişkili ve
akış halindeyse eğer, özcülüğe karşı tetikte olmak kaydıyla, istenilen yerden girilebilir.
İyi de, diyor Cullenberg, o zaman analizi “Marksist” kılacak olan, mesela onu “Weberci”
veya “neoklasik” analizlerden ayırt edecek olan nedir? Cevap: Ayrıcalıklı kılınan giriş
noktasının “sınıf süreci” olması. Peki bu giriş noktası niye ayrıcalıklı ki? Cullenberg:
Etiko-politik sebeplerden, zira sınıf sürecinin özcü olmayan izahatı sürecin politika
alanında dönüştürülmesinin önünü açacaktır, buradan başlamak politik
sorumluluğumuzdur. Ama bir dakika, bu mesuliyet baskısının kaynağı ne ki? Sonuçta,
politika alanında hegemonik olan hikayelere inanmamak için bazı sebeplerimiz var, eh,
çoğunluğun “doğru” bildiği hikayelerin hegemonik söylemler içinde “doğru” kılındığını
da biliyoruz.... da bu farkındalığımız nereden geliyor? Hangi söylem rejiminden? Bizim
“sınıf süreci” hikayelerimize niye inansın ki cemaat? Efendim? Sınıf mücadelesi
sayesinde insanları ikna mı edeceğiz? ... Uzatmadan, William Waller’a bırakayım sözü:
Eğer özcülük-karşıtı Marksist sınıfın sadece, taşkın-belirlenimci bir analiz için tercih
edilen giriş noktası olduğunu iddia ederse, o zaman o noktadan başlamak ve analizi aynı
veya benzer giriş noktalarından başlatılmış geçmiş analizler üzerine inşa etmek, basit bir
tercih meselesi demektir. Eğer durum buysa ve geleneksel Marksizmin herhangi bir temel
unsuru için de aynısı uygulanabiliyorsa özcülük-karşıtı Marksizm, Marksizm ile
özdeşleştirilebilecek bir epistemoloji, metodoloji, kuram veya analiz emaresi olmaktan
çıkar, aslında analizcinin tercihlerinin ve seceresinin bir ifadesi halini alır. (“Institutional
Economics, Feminism, and Overdetermination” Journal of Economic Issues, Aralık
1999)
1.2.
EG konumundan Althusser’i tamamlayabilir miyiz peki?


Önce, şu özcülük meselesine kısaca değineyim. Kanımca postmodern materyalistler pek
köhnemiş bir özcülük anlayışını tarlaya dikip taşlıyorlar. [Realistler pozitivizmin ve
amprisizmin açmazlarını çok benzer şekilde ta 1970’lerde başladılar göstermeye.] EG’e
göre bir şeyi bir başka şey değil de o şey yapan belirli “gerekli/özsel nitelikler” (essential
properties) vardır, örneğin Felis Domesticus (gayet söylem-dışı, evrimsel sebeplerle)
Felis Leo’dan başka bir hayvan türüdür; ama Özlem’in kedisiyle Halime Teyze’nin kedisi
arasındaki başkalıklar “raslansal nitelikler”den (accidental properties, şişmanlık, tüy
rengi, vs.) kaynaklanır. Köhnemiş özcülük sularında ıslanmamak için hemen jargonu
düzelteyim EG bağlamında: Kedi ve aslan arasındaki farklılıkları anlatırken hiç
değişmeyen “özler” yerine bu türlerin sahip olduğu “nedensel güçler”den bahsederiz.


İnsanlar, toplumsal ilişkiler, söylemler, yapılar, nesneler, vs. bir tane değil, pek çok
nedensel güce sahiptirler. Bu güçler harekete geçirilebilir (böylelikle, aktüel etkileri
olabilir) veya geçirilmeyebilir; bundan bağımsız olarak, vardırlar. Bir gücün harekete
geçirilmesi raslansal olabilir, ya da başka bir gücün zorunlu etkisi olabilir. Nedensel
güçler aynı kalmazlar da (köhne özcülüğün, özellikle “kapsayıcı yasalar” peşindeki
pozitivizmin bir başka yanılgısı). Yenileri ortaya çıkabilir (emergent), zaman içinde
dönüşebilirler, veya tamamen ortadan kalkabilirler.
Cullenberg’in taşkın-belirlenimsel nedensellik için verdiği 4 örnekten birine bir bakalım:
Richard Lewontin’den bir örnek düşünelim. Ona göre, tüberküloza sadece belli çevresel
bağlamlar sebep olur ve tüberküloza ‘on dokuzuncu yüzyıl İngiliz sınai kapitalizmi’
sebep oluyor demekle daha yaygın epidemiyolojik iddia olan tüberkil bakterisi sebep
oluyor demek aynı derecede anlamlıdır. Nasıl ve niçin belirli nedenlere odaklandığımızın
belirgin toplumsal sonuçları vardır ki, Lewontin’in bu örnekte vurguladığı da bu.
Tüberkülozdan, sınai kapitalizmden kurtularak kurtulabilirdik ama toplum daha makbul
görülen epidemiyolojik çözümü tercih etti. Bu örnekte taşkın-belirlenim fikrinin çevresel
sorunlara, hastalığa, yoksulluğa çözümler düşünmemiz açısından muazzam metodolojik
içerimleri var.
Burada nedensel faktörler arasında bir kaos olduğu değil, tersine takip sırası bilinebilecek
bir zincir olduğu söylenmeli bence. İnsan vücudunda veremin söylem-dışı etkilerini
yaratan endüstriyel kapitalizm olamaz, bu patolojik bir düzlemde, hastalığa yol açan
reaksiyonlar, vs. izlenerek, bakterinin nedensel güçleri keşfedilerek yapılabilir. Ondan
sonra, bakterinin evriliş, çoğalış, bulaşma, vs. süreçleri çevresel faktörlerle
ilişkilendirilebilir. Sınıf eşitsizliği veremi taşkın-belirlemez, zira ara nedensel halkaları
atlayıp çevre koşullarını hastalığın tezahürüne bağlayamayız.
Bu itiraz üzerinden, çoklu nedenselliği kavramak ve Althusser’i düzeltmek/tamamlamak
için EG’in iki temel kavramından bahsetmek gerekiyor: “Gerçekliğin katmanlılığı” ve
“ortaya çıkış/belirme” (emergence). Gerçekliğin katmanlı olduğu hakkındaki ontolojik
argüman, bilimin çeşitli nesneleri arasında dikey bir ilişki bildiriyor – Engels’ten
alıntıladığım epigrafta ima edildiği gibi, atomaltı parçacıklarından gezegenlere kadar
nesnelerin çeşitli nedensel güçleri vardır, bu güçler birbirlerini açık-uçlu sistemlerde
belirleyerek değişik katmanlarda yeni nesnelere neden olur, yeni güçlerin ortaya
çıkmasını sağlarlar. Tekhücreli organizmalardan çokhücreli koloni-organizmalar “çıkar”,
beynin ve merkezi sinir sisteminin evrimleşmesinden bilinç “çıkar”, kendilerini feodal
mülkiyet ilişkilerine riayeten yeniden-üretmek niyetiyle eyleyen lordların ve köylülerin
ilişkilerinden kasıtsızca ve raslansal olarak kapitalist mülkiyet ilişkileri “çıkar”, vs.
Bu meyanda, diyalektik EG materyalizm ile Althusserci taşkın-belirlenim bağdaşıyor.
Mesela, Althusser’e kulak verelim:

… sermaye-emek çelişkisi asla basit değildir, ama her zaman, içinde vücut bulduğu,
tarihsel olarak somut biçimler ve koşullar tarafından özgülleştirilir. Bu çelişki, üstyapı
biçimleri (Devlet, hakim ideoloji, din, siyasi hareketler, vs.) ile; bir taraftan onu ulusal
geçmişin (tamamlanmış veya tekrarlanmış burjuva devrimi, tamamen veya kısmen
tasfiye edilmiş feodal sömürü, yerel töre bazlı ulusal gelenekler, hatta siyasi


mücadelelerin ve davranışın ‘görgü kuralları’, vs.) bir işlevi olarak, diğer taraftan var
olan dünya bağlamının (dünyaya hakim olan şeyler – kapitalist ulusların rekabeti veya
emperyalist enternasyonalizm veya emperyalizm içi rekabet, vs.) işlevleri olarak
belirleyen içsel ve dışsal tarihsel durum tarafından özgülleştirilir. / Bu, açıkça basit
çelişkinin her zaman taşkın-belirlendiğinden başka ne anlama gelebilir? (“Contradiction
and Overdetermination”)
Bu tür bir taşkın-belirlenme, EG bir çoklu belirlenmeden başka bir şey değildir diyorum
ben de, ve ekliyorum ki (bu noktada postmodern materyalistlerle ayrışıyoruz) toplumsal
formasyon analizinde birbiri ile yatay nedensellik ilişkilerinde olan unsurlar (örneğin, bir
toplumsal formasyonun eşitsiz yapılarını meşrulaştıran bir söylemin kapitalist bir fail
üzerinde onun yatırım kararlarını belirlemek gibi bir nedensel gücü olabilir, kapitalist fail
de verdiği kararın söylemle uyuşmayan sonuçlarını gözlemleyip söylemi – kendi
nedensel güçlerini harekete geçirerek – yeniden-şekillendirebilir) olduğu kadar, birbirini
dikey olarak belirleyen katmanlar vardır (örneğin, failin hayatta kalmak için emek
gücünü satmak zorunda olduğu bir istihdam ilişkisine girmesi onun dinlenme ve eğlenme
pratikleri üzerinde belirli bir etki yaratır, burada nedensellik yönü tersine işlemez –
çalışma saatleri dışındaki zamanın kullanılma tarzının değiştirilmesi mülkiyet
ilişkilerinde bir değişim yaratamaz). [Bu argüman için bak. Andrew Collier, “Stratified
Explanation and Marx’s Conception of History”, Critical Realism: Essential Readings
içinde.]
2.
Nedensellik ve izahat hakkında birkaç lakırdı ettim yukarıda, yine Amherst Okulu
üzerinden giderek biraz daha açayım burada.
2.1.
Bilginin her zaman eksik olmak zorunda olduğu konusunda postmodern materyalistlerle
hemfikiriz sanırım. Ancak, daha önce tartışmış olduğumuz gibi, aynı explanandum
hakkında üretilen farklı bilgi formları arasında söylem-dışında hiçbir değerlendirme
protokolü olamayacağı hususunda ayrışıyoruz.

Bir de, daha temel bir farklılığımız var; varlıkbilim düzleminde birbiriyle bagdaşamaz
konumlarda duruyoruz. Yahya vd. diyorlar ki: “Varlıkbilim bağlamında taşkın-belirlenim
kavramı, nasıl Saussüre-sonrası dilbilimde her bir ‘gösteren’in anlamı diğer tüm
‘gösteren’lerle birlikte eşanlı olarak ayrımsal bir ilişki içinde kuruluyorsa, homolojik bir
şekilde, toplumsalı oluşturan süreçlerin de (ekonomik, kültürel, siyasi ve doğal) birbirini,
hiçbirinin diğerleri üzerinde üstünlük ya da önceliğe sahip olmadığı bir eşdeğerlilik ağı
içerisinde belirlediği anlamına gelir.” (s.31) Birincisi, gerçekliğin katmanlılığı argümanı,
insanların, toplumsal ve doğal yapıların ve söylemlerin nedensel güçlere sahip olduğunu,
bu güçlerin belirli bir konjonktürde aktive edilip edilmeyeceğinin tarih-ötesi yasalara
bağlı olmadığını, ama analizimize dâhil olan muhtemel her nedensel gücün bir diğeri
üzerinde aynı denklikte etkide bulunamayacağını tartışır. İkincisi, EG ontoloji, gösterenin


anlamını diğer gösterenlerle ilişki içinde kuran söylem düzeni ile gösterileni kuran
söylem-dışı düzen(ler) arasında gerçek bir ayrım olduğunu kabul eder:
Post-yapısalcı ortaya-çıkış yorumlarına itiraz, bunların semiosis’i [belirtme eylemini]
idealize ettikleridir – bu yorumlar gönderge ve hakikat koşullarını görmezden gelir ve
semiosis’e öyle özellikler atfederler ki bu atıfları toplumsal olayların göstergebilimsel
olan ve olmayan yüzleri arasındaki diyalektik iç içe geçmişliği siler. Farklılığın ‘oyunu’
maddi, toplumsal ve psikolojik olarak kısıtlanmıştır... Metinler farklı söylemleri
eklemleyebilirler hatta eklemlerler, ama bu göstergebilimsel eklemlenmeler aynı
zamanda toplumsal alanların, toplumsal grupların, faaliyetlerin, zaman-mekanların,
arzuların, vb. eklemlenmeleridir de. (Norman Fairclough, Bob Jessop ve Andrew Sayer
“Critical Realism and Semiosis”, Journal of Critical Realism, Mayıs 2002, s.7)
“Özcü kapatmalar”dan kaçınmak için nedensel zincirler ve (nihai olmayan) doğruluk
kriterleri arasında anlamlı bir ayrım yapamadığımız, her şeyin her an her uzamda
akış/kuruluş/dağılış halinde bulunuş ve yokluk içinde olduğu bir “süreç” ontolojinin
merkezine konduğunda vaat edilen etiko-politik kurtuluş nasıl mümkün olabilir? Evet,
Yahya vd.’nin dediği gibi, bilginin onu üretenin niyetlerinden bağımsız olarak toplumsalı
değiştirme potansiyeli vardır. Ancak bu potansiyelin politik eylem üzerinden aktive
edilmesinden önce bilginin tutarlılık ve doğruluk koşullarının bize insanlık için neyin,
neden “fena” olduğunu, fenalığın sürekliliğini hangi mekanizmaların sağladığını
öğretmesi gerekir. Marksistlerin nedensellik hikayelerini sağlam kurmaları kurtuluş için
bu yüzden kritiktir; fenalık etkilerine neden olan nelerse, bunun bilgisine erişirsek, onları
ortadan kaldırmak için mücadele etmemiz mümkün olur böylece.
Son olarak:
Bir soruşturma süreci olarak taşkın-belirlenim ontolojik olarak anti-realist değildir. Bu
yaklaşım varlıklara ve nedensel ilişkilere realist bir yorum ile tutarlıdır. Epistemolojik
olarak belirlenimcilik ve özcülük karşıtıdır. Bu da, bilgimizin zorunlu olarak eksik ve
taslak olduğu ve bilen kişinin öznelliğinin bir ürünü olduğu anlamında gelir. Açıktır ki
bilgi görelidir. Ama bu, taşkın-belirlenimin metodolojik olarak tarafsız olduğu demek
değildir – bütün bilgi iddiaları eşit olarak geçerli anlamına gelmez. Basitçe, ‘nesnel
hakikat’in bilgi iddialarını değerlendirmek için tek kriter olmadığı anlamına gelir.
(William Waller, ibid.)
2.2.

Postmodern materyalistlere göre, istisnasız her izahatın kaçınılmaz olarak özcü bir
kapatma (ya da, söylemsel bir disiplin) yaratma etkisi vardır. Taşkın-belirlenimcilik,
toplumsala bilgi-üretimi müdahaleleri yapan muhaliflerin hem bu kapatma etkisinin, hem
de kendi etiko-politik angajmanlarının farkında olmaları gerektiğini bildirir. Söylem-dışı
diye bir şey olmadığından anlatılan her hikâye sadece hegemonya mücadeleleri alanı
içinde, konjonktüre bağlı olarak, şu ya da bu kritere göre değerlendirilebilir. Yazının
başında da aktardığım gibi, postmodern materyalist kendi hikâyelerinin yetersizliğini,
eksikliğini, kapatılamazlığını ve şüphesiz belli bir amaç güden tarafgirliğini teslim
ettiğinde artık “izahat” tamamen anlamsızlaşır: “Açıklama sürecinde her momentin
durmaksızın değişen kuramdışı ve söylemdışı taşkın-belirleyenleri ve bu momentler


arasındaki çelişkili etkileşimler açıklama nosyonunu işe yaramaz kılarlar.” (Wolff,
“Althusser and Hegel”, Postmodern Materialism içinde, s.161) Bu noktadan sonra
postmodern materyaliste açıklamaktan değil de, hikâye anlatmaktan bahsetmesi salık
verilir.
Şimdi, (1) pozitivist bir özcülük bütün “uygun biçimde Marksist olmayan” bilme
biçimlerinin şeytani temsilcisi yapıldığında ve (2) yukarıda tartıştığım türden bir
akış/kuruluş/dağılış ontolojisi “zemin” olduğunda izahatın topyekûn terk edilmesi
metakuramın gerektirdiği, tutarlı bir sonuç. Yukarıda, “giriş noktası” üzerinden bu
sonucun muhtemel bir sorununa değinmiştim.
İzahat hakkında birkaç noktayı netleştirerek devam edeyim. Çok genel olarak, izahat, bir
fenomenin nedensel tarihi hakkında malumat vermektir. Şimdi: (1) Açıklama, olayların
düzenliliği değildir. “Nedensel tarih” birbirini düzenli şekilde zamanmekansal olarak
takip eden olaylardan yola çıkılarak izah edilemez. Malumata olgu-ötesi (transfactual)
varlığı olan mekanizmalar, yapılar ifşa edilerek ulaşılabilir. (2) Açıklama kehanet
değildir. Öngörü gelecekteki bir olayın, fenomenin henüz mümkün olmayan bilgisi
hakkındadır. (3) Açıklama bilinen yanlışları dışlar. İzahattan, önemli olduğu bilinen
nedensel faktörlerin çıkarılması nedensel tarihin yanlış anlatılmasına yol açacaktır,
pozitivist araştırma tasarılarının “kapalı sistem” yaratmak uğruna çok sık düştükleri bir
yanlıştır bu.
3.

Tim Mitchell’in bir makalesi üzerinden postmodern materyalizmi ve izahat edimini
tartışmayı noktalayayım. Buradaki argüman aynı taşkın-belirlenim yorumunu paylaşıyor
gözükmüyor, ABD petrol sanayiine dair anlattığı hikayede katmanlarının ayrıştırılabildiği
bir nedensellik zinciri var, tartışacağım gibi eksik bir hikaye belki ama postmodern bir
ontolojiye ihtiyacı yok.
Şu önermeyi alalım mesela (harfleri aralara ben koydum):
Eğer Suudi Arabistan’daki Muvahhidler veya Mısır’daki Müslüman Kardeşler gibi
muhafazakâr dini reform hareketleri bu devletlerdeki iktidar ve otoritenin
sürdürülebilmesinde hayati rol oynamışlarsa [A] ve eğer, sık sık bize anlatıldığı gibi,
Mısır ve Suudi Arabistan’daki hükümetlerin istikrarı, belki de Güney yarımküredeki pek
çok diğer hükümetten de fazla biçimde, ABD’nin stratejik ve ekonomik çıkarlarının,
özellikle petrol üzerindeki kontrolün korunması için kilit öneme sahipse [B], o zaman
buradan politik İslam’ın küresel kapitalizmin inşasında teslim edilmemiş bir rol oynadığı
çıkarılabilir. [C]”

Özetle, “Eğer A ve B ise, o zaman C.” [Önerme I] Elbette daha ayrıntılı bir hikâye A’nın
neden, B’nin neden doğru olduğunu da anlatmalıydı. Bahsedilen dini hareketlerin Mısır
ve Suudi Arabistan’ın siyasi yapıları üzerinde (“iktidarın sürdürülebilirliği”
mekanizmasını aktive eden) kolektif bir nedensel gücü olduğu söyleniyor, diğer etkili


faktörlerin de hesabı verilerek A’nın söylemdışı doğruluğunu ispatlayacak tutarlı bir
nedensel tarih oluşturulabilir.
Biz yine Önerme I’e dönelim. Şimdi, B’de küresel kapitalizmden bahsedilmiyor ama
ABD’nin ilgili coğrafyadaki stratejik ve ekonomik çıkarlarının korunmasından
bahsediliyor. C’nin doğru olması için ABD’nin çıkarlarının korunmasıyla küresel
kapitalizmin kuruluşu arasındaki ilişki de açıklanmalı o zaman, ki yazıda Mitchell bu
bağlantıları da kurmaya çalışıyor tarih anlatarak. Devam: A, aynı zamanda B’nin
doğruluk koşullarını da kuruyor: ABD’nin çıkarlarını koruyacak istikrarlı devletler, başat
olarak dini reform hareketleri sayesinde ayakta kalabiliyor. Dolayısıyla, B üzerinden
“dolayımlanarak” A’daki nedensel güç (“hareket seferberliği”) C’yi de doğru yapan güç
oluyor. Burada “C, A ve B tarafından taşkın-belirlenir” diyemiyoruz, Amherst Okulu
babında, zira mekanizmaları ifşa ettiğimizde karşımıza çıkan bir “nedensellik doğrultusu”
var. [Ya da en azından, nedensellik tersine işliyor mu, bunun gösterilmesi lazım.] Ama
EG üzerinden “C, A ve B tarafından çoklu belirlenir” diyebiliriz, gerçeklik katmanları
arasında uygun ayrımlara dikkat edersek: Parlamento-dışı siyasi ilişkiler, seferberlik, üye
kazanma, çeşitli hizmetler verme, eylemler örgütleme, vs. süreçleri sonucu “ortaya
çıkmış” bir “dini hareket örgütü” var. Örgütsel bir fail olarak, hareketin aktive ettiği
güçler (mesela, “sosyalist muhalefet üzerindeki devlet-dışı baskı”) var, devletle arası
bozulursa aktive edebileceği istikrar-bozucu güçler var (Bhaskar’a göre, bir nedensel
gücün yokluğunun da gerçek etkileri olabilir). Bu güçlerin, müteakiben, iktidar sahibi
grupların devlet kurumlarını ve yurttaşları minimum sorunlarla yönetmeleri üzerinde bir
etkisi var. (Başka bir katmana geçtik.) Nihayet, bu istikrar, ABD’nin çıkarlarının (artık
hangi failler ve kurumlarla manifest oluyorsa bu çıkarlar) korunmasına neden oluyor. (Bu
da başka bir katman.)
Mitchell’in anlattığı, ilkiyle ilintili başka bir hikayeye geçelim (harfler yine benden):
Bir taraftan, petrol bolluğu söz konusu [A], bu da petrol sanayii tarafından kazanılan
yüksek rantın çöküşü gibi kalıcı bir risk yaratıyor.[B] Bu sanayi bu riski uzakta tutmak
için sürekli olarak petrol kıtlığı yaratmak zorunda. [C] Öbür taraftan, bu amacı
gerçekleştirmeye yardımcı olmak için ortaya çıkmış politik yapıloar var. Petrol sanayii
hiçbir zaman kendi başına bir politik düzen kuracak kadar güçlü olamadığı için, [D]
başka politik güçlerle, sosyal enerjilerle, şiddet biçimleriyle, bağlılık güçleriyle işbirliği
yapmak zorunda kaldı. [E] Ortadoğu boyunca, seçilebilecek çeşitli güçler bulunuyordu.
Ama bu müttefiklerin her birinin kendi amaçları vardı ve bu amaçların petrol kıtlığını
emniyete alma ihtiyacı ile uyuşma garantisi asla olmadı. Kıtlığı emniyete alma sorunun
kalbinde … Arabistan’ın politik kontrolü yatıyordu. Dünyadaki petrol reservlerinin
jeofiziği, [F] sadece güçlü bir dini harekete angaje olarak,[H] dünyanın en kârlı metasının
rantının kazanılabileceği [G] durumunu dayattı.

Bu hikâye jeofizik, söylem-dışı bir belirlenme ile (A) başlıyor, A’nın nedensel gücü B’de
sözü edilen eğilimi tetikleyebilir, bu mekanizmanın işlemesini önlemek için C’deki
mekanizma (“kıtlığın sürdürülebilirliği”) harekete geçirilmeli. Petrol Sanayiinin bu
mekanizmayı çalıştırıp sürekliliğini sağlayacak özkaynakları yetersiz olduğundan (D,
burada yine bir “yokluk” var) bölgede bağımsız dinamikler sonucu ortaya çıkmış politik
gruplarla isbirliği yapması lazım (E; D’deki yokluk başka bir nedensel gücün bulunuşuna


[presence] neden oluyor). Ben yine her şeyin her şeyi belirleyebildiği bir hal
göremiyorum.
Şimdi şuna da bakalım: F › {G iff H} [Önerme II]
Önerme II’nin anlamlı olabilmesi için (ki bu önermenin sahihliği postmodern materyalist
etiko-politik iddialar için çok önemli gözüküyor, zira kapitalizmin her zaman “eksik”
olduğu, sürekli yamaya ihtiyacı olduğu, merkezini tutan bir dinamiğin olmadığı
önermesiyle ilişkili) postmodern materyalist ontolojinin düzeltilmesi gerekmiyor mu?
Zira gayet söylem-dışı bir nedensel gücü olan F’nin {G iff H}’yi belirleyebilmesi demek,
insanlar arası ilişkilere, siyasete, iktidara, vs. bağlı olmayan, doğal bir gücün bu ilişkiler
üzerinde gerçek bir etkisi olduğunu kabul etmektir. Postmodern materyalizmin zemini
çöker böylece.

Yazının alındığı kaynak
http://istifhanem.com/

Hiç yorum yok: