Bu blog Emeğin Yoldaşlığına ; Çokluğun emeğinin arşivlenmesine bir katkı olsun diye, HERKESİN,AMA HİÇKİMSENİN şiarıyla var...İSYAN,KOMÜN,ÖZGÜRLÜK...
DUYGULANIYORUM,ÖYLEYSE VARIM...

Bu Blogda Ara

Spinoza

Spinoza'dan Neşe ve Keder olarak yapılan çeviriye karşı ;Cüret ve dumur kavramlarını öneriyoruz...

Hayat Akıyor...

İsyan Büyütür...

İsyan Büyütür...

4 Ağustos 2009 Salı

otonomist marksizm



otonomi hareketinin temel kavramları

işçi sınıfının yeni kompozisyonu, quaderni rossi dergisinin italya'nın bölgelere göre değişiklik gösteren farklı siyasal geleneklerine ve 1960'ların başında güneyden göçe bağlı olarak gelişen işçi mücadelelerine bağlı olarak önem atfemeye başladığı bir olgudur. sermaye ile olan ilişkileri dolayımıyla belirlenen, durağan ve edilgen bir işçi sınıfını imleyen hegemonya kavramı yerine, otonomi hareketinin sınıf kompozisyonu (ve siyasal yeniden kompozisyonu) kavramları, işçi sınıfının toplumsallaşmasını ve tabandan başlayan mücadele sürecinde, sermayeye karşı antagonistik eğiliminin artmasını, birleşmesini ve genelleşmesini ifade eder. yeni, kollektif bir işçi sınıfı öznesine yönelik bu arayış, farklı sınıf kompozisyonlarınca, farklı örgütlenme biçimlerince belirlenen döngülere ya da daha toplumsallaşmış mücadele alanlarına olan ilgiyi artırır.

otonomi hareketi içinde, örgütsel yapıların 1960'lar boyunca "kitlesel işçi"ye yönelik girişimleri, tamamıyla planlı kalkınmayı hedefleyen keynesci stratejiler, "sosyalist üretkenlik", ya da "emek değeri" kavramları çerçevesinde değerlendirildiğinden, aracı konumdaki partilerden ya da sendikalardan özerkliğin, fabrika dışındaki kapitalist ilişkilerin toplumsallaşmasına ya da toplumsal fabrikaya ya da toplumsal sermayeye karşı yürütülen mücadelelere dayanan varolan döngüye denk düştüğü kabul edilir.

sovyetler safhasında sosyalizm eğer "üretken emeğin varedilmesi"yse, bu ancak "üretken güçlerin planlı gelişimi"ni sağlamış, yani kapitalist sosyalizmin doğuşuna yol açmıştır. oysa en son döngünün amacı "ihtiyaçların sağlanması"dır ve bu da çalışmanın reddi ile mümkün olacaktır. eğer işçinin emeği kapitalist için artıdeğerin kaynağıysa -marx için emeğin sermaye "dışında" bir değeri yoktur-, işçi sınıfı özerkliği anti-kapitalist mücadele için izlenmesi gereken yolu belirler. bu mücadele, emeğe bağımlı ihtiyacın "genel toplumsal çıkar"ına dayalı değildir; toplumsal bütüne karşı ve antagonistiktir.

işin reddi dolayımıyla varolan bu eğilim, her yerde varolan komünizm stratejisine yöneliktir. komünizme yönelik hareket, ancak sınıfın kendini değerli kılması [class self-valorization] ile mümkündür; bu da sınıfın kendi maddi çıkarının yeniden kendine mal edilmesine yönelik mücadele ile ortaya çıkacaktır.

sermayenin buna vereceği karşılık, yönetilen bir kriz aracılığıyla ve toplumsal kumanda marifetiyle işi yeniden değerli kılmak; yani, devlet aracılığıyla ücretli emek bağını ve ücretsiz artı emeği topluma dayatmak olacaktır. bu kitlesel işçinin, sermayenin toplumsal yeniden üretimi alanına doğru genişleyerek toplumsal(laşmış) işçiye dönüşmesine yol açar. mücadeleler, "ücretsiz (bedeli ödenmeyen) emek", evişi, okul hayatı, toplumsallığın kapitalist biçimleri ve ücret içermeyen her türlü iş ilişkisi üzerine olacaktır. sermayenin ücret-emek ilişkisini zorla yeniden dayatmanın bir aracı olarak kriz yönetimini üstlendiği biçime kriz-devleti [crisis-state] adı verilir. (fleming, 1991: xi-xii)

işçi sınıfının kendini değerli kılması

otonomi hareketinin ya da otonomist marksizmin a. negri'ce geliştirilen en önemli kavramlarından biri kendini değerli kılma (self-valorization) kavramıdır. kendini değerli kılma kavramı, 1960 sonlarında ve 1970'lerdeki uluslararası mücadeleler döngüsünde ortaya çıkan, yalnızca işçi sınıfının gücünün değil; ama aynı zamanda, kapitalizmin ötesine geçme olasılığının da temel kaynağı olarak görülen otonom yaratıcılığın kuramsal bir ifadesidir.

a. negri, ilk olarak 1979'da (#1) kullandığı kavramı, yukarıda anılan dönemde, özelikle abd'de ve italya'da süregiden yoğun sınıf mücadelelerinin ve kültürel devrimin, toplumsal mücadele dalgasının tecrübesi ile önermiştir. (cleaver, 1992b: 6) kastettiği, devrimci ya da "harekete geçen" öznenin kendisini değerli kılması, sermayenin değer sürecinden daha kıymetli ve etkili bir değer haline getirmesiydi. kendini değerli kılma, yalnızca işçilerin kendi etkinliklerine değil; ama aynı zamanda, mücadelenin direnişi ya da reddiyeyi aşan ve yeni varoluş biçimlerine yönelik yönlerine işaret eder. terim, işçi sınıfının kendini değerli kılmasını birleşme esasına bağlı olarak değil de, farklılaşma esasında kavramsallaştırdığı için, otonomist markist gelenek içinde, sadece bir bütün olarak işçi sınıfının değil, sınıfın farklı sektörlerinin de otonomisinin tanınmasını sağlar.

sermayenin tahakküm altına almaya çalıştığı insanların bütün farklı eylemliliklerinde olduğu gibi, kendini değerli kılmanın farklı bouytlarını tanımak ve kabul etmek, bütüncül bir siyaset anlayışının temelinin ortaya koymaktadır. bu siyaset, geleneksel sosyalist tasavvurun kapitalizm sonrası birliğe/bütünlüğe yönelik beklentisini reddeder ve kapitalizmden komünizme "geçiş"i, varolan kendini değerli kılma biçimlerinin bugünkü ve gelecekteki biçimlerini değerlendirme sürecinde yeniden tanımlar.(#2) yani komünizm, kropotkin'in fikirleriyle uyumlu bir şekilde, gelecekte bir gün ulaşılacak bir ütopya olarak değil, gelişimi sınırlamalardan kurtarılmaya ihtiyaç duyan yaşayan bir gerçeklik olarak yeniden kavramsallaştırılır. (cleaver, 1992b: 6-7)(#3)

kendini değerli kılma kavramı, panzieri, tronti gibi kapitalist gücün tüm boyutlarını, örneğin toplumun tamamını "toplumsal bir fabrika"ya dönüştürmeye yönelik çabalarını, ve işçi sınıfının reddiye ve kapitalist tahakkümü altüst etme gücünü kavramış italyan düşünürlerin erken dönem çalışmalarından esinlenmiştir. a. negri'nin kendini değerli kılma kavramı, reddiye gücünün kurucu güçle nasıl tamamlanabileceğini ve tamamlanması gerektiğini göstermesi bakımından büyük bir önem taşır. birçok açıdan işçi mücadelelerinin tarafını, italyan ve çok-uluslu sermayeden kurtarılan zamanın, mekanın ve kaynakların yaratıcı bir şekilde kullanılmasını ifade eder.

her ne kadar marx arada bir kendini değerli kılma kavramını, değerli kılma kavramı ile özdeş olarak kullanmışsa da, a. negri bu kavrama tamamen farklı bir anlam yükler. kullandığı auto (#4) öneki, kapitalist değerli kılma sürecinden otonom bir değerli kılma sürecine işaret eder. bu, kapitalist değerli kılma sürecine karşı bir basitçe direnişin ötesine geçerek, olumlu bir kendini kurma projesine ulaşan, kendi kendini tanımlayan ve kendi kendini belirleyen bir süreçtir. (cleaver, 1992a: 128-9)

a.negri (1991: 162) öznenin kendisini geliştirebileceğini, üretim ilişkilerini özgürleştirebildiği ve onlara hakim olabildiği sürece, üretim ilişkilerinden özgür kılabileceğini öne sürer. "proleter öznenin kendini değerli kılması, kapitalist değerli kılmanın aksine, kendi gelişim sürecinde kendini belirleyebilme [self-determination] biçimini alır.

işçi sınıfı mücadelelerinin kapitalist tahakküm süreçlerine direnişi eğer işçi sınıfı otonomluğunun negatif unsuru/yönü olarak değerlendirlirse, kendini değerli kılma kavramı, pozitif unsuru/yönü belirleyecektir. işçi sınıfının kendini değerli kılması sayesinde, reddiye gücünün ya da sermayenin belirlenimlerini tahrip etme gücünün yanısıra, işçi sınıfının yeniden kompozisyonu içinde, yaratıcı olumlamanın, yeni pratikler inşa etmenin gücünü görürüz.

iktidarın iki türü

a. negri’nin siyasal düşüncesi, iktidar (potestas) ile potansiyel toplumsal güç (potentia) arasındaki mücadele bağlamında ele alınabilir. iktidarın doğasına yönelik çalışmalar, çağdaş siyaset kuramının başlıca alanlarından biri olagelmiştir ve a. negri’nin eserleri, m. foucault, g. deleuze ve f. guattari gibi fransız düşünürlerinin, iktidarın tüm siyasal, toplumsal ve kişisel ufku nasıl şekillendirdiğine dair çalışmalarıyla ortaklık göstermektedir. adı geçen düşünürlerin çalışmalarında aynı zamanda ortaya çıkan bir diğer boyut, yeni ve yaratıcı toplumsal güçlerin, olumlayıcı alternatif pratiklerin tanımlanmasına yönelik bir girişimdir.

a. negri’nin özellikle spinoza’nın düşüncesini yorumlaması, bu projeye bir katkı niteliğindedir. a. negri’nin çözümlemesi, spinoza’nın iktidara karşı ne tür bir öteki tesis ettiğini ortaya koyar.

a. negri’nin eserlerinde, iktidar ve potansiyel güç arasında hem kuramsal, hem de pratik açılardan önemli bir ayrım olduğunu görürüz. en genel anlamıyla iktidar, kumandanın merkezi, aracı ve aşkın gücü; toplumsal inşanın sabit ve bütünleyici boyutudur. potansiyel güç ise, kuruluşun yerel ve anlık gücü; kurucu toplumsal etkinliktir. (negri, 1989: 49; negri, 1991a: xiii) başlangıçtan itibaren, bu ayrımın basitçe farklı kaynaklara ve potansiyellere sahip olan farklı öznelere değil; kavramsal ve maddi terimlerle birbirlerine zıt, iki farklı egemenlik ve örgütlenme biçimine atıfta bulunduğunu anlamak hayati önem taşır. bu hem metafizik, hem siyaset için geçerlidir. a. negri, varlığın örgütlenmesini de, toplumun örgütlenmesini de bu bağlamda ele alır.

a. negri, “kapitalist üretim ilişkilerinin iktidarı” olarak tanımladığı ilk tür iktidar ile “proleter üretken güçlerin sahip oldukları potansiyel” olarak tanımladığı toplumsal potansiyel gücün arasında gerçek anlamda bir zıddiyet olduğunu ileri sürer. bu potestas ile potentia arasındaki, toplumsal kurgunun bütünleştirici ve sabit boyutu ile kurucu toplumsal etkinlik arasındaki zıddiyettir.

otonomist marksizm

otonomist marksizm, işçilerin sermayeden ve sendikalar siyasal partiler gibi kendi örgütlerinden özerk/bağımsız olan gücünü ön plana çıkaran bir siyaset, bir dizi toplumsal mücadele ve a. negri gibi düşünürler ile genel marksist gelenekten ayrılır. bu geleneği ayırdeden otonomi kavramı, işçi sınıfının kendi çıkarlarını tanıyabilme, bu çıkarlar uğruna mücadele edebilme ve bu mücadelenin basitçe sömürüye ya da tanımı ve değeri kendinden menkul “liderlik” anlayışına karşı çıkış düzeyini aşarak, sınıf mücadelesini şekillendirecek ve geleceği belirleyecek bir şekilde ipleri ele alma kabiliyetini ifade etmektedir.

genel sınıf menfaatlerini kavramaya muktedir olduğu ve bunları sadece iktisadi taleplere sahip olduğunu düşündüğü işçi sınıfına öğreteceği iddiası ile profesyonel devrimci entelektüellerden mürekkep siyasal partiye ayrıcalıklı bir konum tanıyan marksist-leninist gelenek de; fabrika içindeki kapitalist hegemonyanın ortodoks marksist çözümlemesini benimseyen ve bu tahlili kültürel ve toplumsal hayatın bütününe yönelik olarak genişleterek profesyonel entelektüellerin rolünü ayrıcalıklı kılan eleştirel kuramcılar da, öncelikli olarak, işçileri kurban haline getiren tahakküm mekanizmalarını anlamaya/çözümlemeye çalışmışlardır.

oysa, sermayenin gücü üzerinde yoğunlaşan ve işçileri esasen baskıya tepkisel ve devrim için dışsal bir liderliğe bağımlı olarak değerlendiren marksist-leninist gelenek ve frankfuurt okulu’nun aksine, toplumsal mücadeleler çerçevesinde gelişen otonomist marksist gelenek, bu tahakküm mekanizmalarının kırılması ve yeni toplumsal bir yapının kurulması için işçilerin otonom gücü üzerinde yoğunlaşmak gerektiğini öne sürmektedir.

otonomist markist geleneğin başlıca önermelerinden biri, sermayenin gelişiminin işçi mücadeleleri tarafından belirlendiği ve bu mücadeleleri izlediğidir. bu önermenin dolaysız bir sonucu, toplumsal öznelliğin gücünün tarihsel gelişme ve kurumların işleyişi açısından esaslı bir etken olduğunun kabulüdür. otonomist marksist gelenek, siyaset toplumsal mücadelelerin bir ürünü olarak kabul eder. toplumsal yapı ve şeylerin bugünkü halleri, bu yüzden, toplumsal mücadelelerin zaviyesinden, yani aşağıdan yukarıya, devrimin bakış açısından okunabilir.

işçi sınıfının bugünkü durumu

a. negri’ye (1996: 154) göre kapitalist gelişmenin dönemselleştirilmesi, bugün yeni bir çağın eşiğinde olduğumuzun işaretidir. bu çağın ayırdedici niteliklerinden biri, sermayenin önceden hiç görülmemiş düzeyde bir işyeri otomasyonu, küresel hareketlilik ve toplumsal denetim sağlamak üzere, enformasyon teknolojisini -bilgisayarların ve telekomünikasyonun- yoğun bir şekilde kullanılmasıdır.

a. negri, eserlerinde bu enformasyonel gelişime büyük bir önem atfetmektedir ve genelde otonomist marksizmin, özelde de a. negri’nin çözümlemeleri, yeni bilgi ve iletişim biçimlerinin yalnızca kapitalist tahakkümün araçları olarak değil; ama aynı zamanda, işçi sınıfı mücadelelerinin potansiyel kaynakları olduğunu ortaya koymaları bakımından önemlidir. (witheford, 1994: 86)

otonomist marksizmin teknoloji çözümlemesi, neo-luddism’le bir hısımlığa sahiptir. ancak otonomist marksizmin çözümlemesinin orijinalliği tamamen farklı bir boyutta tezahür eder: sermayenin enformasyonel yeniden yapılanması, işçi sınıfının sadece çözüldüğü an değil, aynı zamanda yeniden yapılanmaya başladığı andır. kitlesel işçi’nin öldüğü an, yeni bir devrimci öznenin, yani toplumsal(laşmış) işçi’nin ortaya çıkışı ile örtüşür.

yüksek teknoloji kapitalizminde, toplumsal emeğin bir bütün olarak kapitalist tahakküm altına alındığı düzeyde, sınıf zıddiyetini yeniden tanımlama çabası, a. negri’nin eserlerinde ön plana çıkan temalardan biridir. a. negri’nin yapmaya çalıştığı, işçi sınıfı kavramını bir bütün olarak toplumsal yeniden üretim alanındaki çelişkiler ve zıddiyetler düzeyine uygun olarak genişletmek ve yeniden tanımlamaktır. a. negri’nin eserlerinde, doğrudan üretim alanında ortaya çıkan zıddiyetleri aşan bir işçi sınıfı kavramı geliştirme çabası göze çarpar.

a. negri’ye göre, yeni işlevselciliğin ve post-endüstriyel toplumbilim kuramcılarının iddialarının aksine, toplumsal alandaki yeni mücadele hareketleri, sınıf zıddiyetinin yeni bir düzeyini temsil eder. bu yeni düzey, hayati gereklilikler çerçevesinde sınıf ilişkilerinin sonunu belirleyen yeni öznelliklerin ortaya çıkışına indirgenemez. değer biçimini krizi, ki bu sınıf ilişkisi olarak tezahür eder, daha ziyade yeni düzeyde bir sınıf zıddiyetinin ortaya çıkmaya başladığı andır. a. negri, bu çözümlemesiyle uzun süredir ortodoks marksizmi tahakkümü altına almış, işçi sınıfının fabrikaya bağlı sığ tanımlamalarını aşan düzeyde bir kuram geliştirmiştir.

a. negri, işçi sınıfının bugünkü durumunu dört temel başlık altında topladığı yirmi tez ile çözümlemeye çalışmıştır. (a. negri, 1996: 149-180)

ilk üç tez, değer kuramı üzerine daha önceki çalışmalarında ortaya çıkan sonuçları özetlemektedir.(#5)

a. negri, değer kuramı üzerine önceki çalışmalarında sürekli olarak iki geleneksel temayı, değer kanununun geçerliği sorunu ile sosyalizm ile komünizm arasındaki geçişin gelişimini, siyasal tarihin yeni evresi ile, yani tüm toplumun kapitalist birikim süreci içinde sermayenin denetimi altına alınması ve bu yüzden, fabrikada çalışan işçi sınıfının devrimci bir öznellik olarak merkeziliğinin sonu ile ilintilendirmye gayret ettiğini söyler. (negri, 1996: 149)

ilk üç tezde, değer kanununun, emek ve birikimin daha önceki ve tarihi geçmiş örgütlenmelerine bağlı olduğu ölçüde, iktisadi işlevinin bugünkü sonunun, toplumsal emeğe bağlı çelişkilerin merkeziliğini azaltmadığını öne sürer. a. negri için, marx’ın sözünü ettiği yeni alt üst edici/yıkıcı öznellik bu mecrada aranmalıdır. a. negri, kuruluşu (constitution), emek yasasınca belirlenen toplumsal-siyasal mekanizma olarak tanımladıktan sonra, emek yasası krizde de olsa, emeğin her türlü kuruluşun temeli olduğunu ve sömürünün özgürleşme zamanına karşı, tahakküm zamanının üretilmesi olduğunu öne tartışır.

a. negri’nin michael hardt ile birlikte kaleme aldığı, devlet biçimi eleştirisine yönelik eserin (#6) ilk bölümünde yazdıkları da, a. negri’nin ilk üç tezi özetlerken kullandığı çerçeveyi daha anlaşılır kılmaktadır. yazarlar, kitap boyunca sadece emekten, sömürüden yada kapitalizmden değil; ama aynı zamanda, sınıf çelişkisinden, proleter mücadelelerden ve hatta komünist geleceklerden söz edeceklerini açıklarlar. kitap boyunca yürütülecek olan tarışmaların bu terimlerle sunuluyor olması, ortodoksiden ya da inatçılıktan kaynaklanmamaktadır. her iki yazar da “tutkularımızla ve çağdaş dünya yorumumuzla uyumlu bir hale gelmeleri için daimi bir yeniden yorumlanma sürecine tabi tutuldukları sürece”, anılan terimlerin, “siyasal çözümleme için en yararlı kategoriler” olduklarını öne sürmektedirler. (hardt & negri, 1994: 3)

işçi sınıfının bugünkü durumunu çözümlemeye yönelik tezlerin ilk üçünü takip eden yedisi, post-fordizme ve post-modernizme dairdir. a. negri, post-fordizmi “emeğin yeni toplumsal örgütlenmesinin temel koşulu ve yeni birikim modeli”, post-modernizmi ise “bu yeni üretim tarzına uygun kapitalist ideoloji” olarak değerlendirir ve post-fordizmin iktisadi-siyasal çelişkilerini tanımlamaya ve post-modernizmin esrarını çözmeye çalışır.

bunları takip eden altı tez, marksist işçi sınıfı kavramı ile ilgilidir. a. nergi’ye göre marksist işçi sınıfı kavramını en temel sorunlarından ve en çözümsüz zorluklarından biri, işçi mücadeleleri ile kapitalist yeniden yapılanma ilişkisinin diyalektik bir gelişime sahip olması gerçeğinden kaynaklanır. mücadeleler gelişmeye katkıda bulunurlar, onu belirlerler ve gelişmeyi ancak siyasal bilinçlilik devreye girdiğinde kırabilirler.

işçi mücadeleleri, bu yüzden, her zaman, sermayeye karşı olduklarında bile, onun içindedirler. bugün, kapitalist üretim tarzının gelişiminin şimdiki evresi ile önceki evrelerini ayırdeden, daha önceden sermaye tarafından üretilen üretken toplumsal işbirliğinin şimdi sermayenin varlığının bir koşulu olduğu gerçeğidir.

bu bakış açısından, eşzamanlı ve süreğen çelişkiler, stratejik çelişkilere neden olmazlar. bunalım, kendisini bir zorluk olarak ortaya koymaz; bunalım kapitalist sürecin özüdür. bunu sermayenin kendisini yalnızca bir siyasal özne, bir devlet, bir iktidar olarak ortaya koyabileceği gerçeği izler.

kapitalist üretim tarzının gelişiminin her aşamasında sermaye, her zaman, işbirliğinin biçimini önceden belirlemiştir. bu biçim, sömürü biçiminin bir işlevi olagelmiştir. oysa şimdi durum değişmektedir: “sermaye, hipnotize eden, büyüleyen bir güç, bir fantazma, bir put olmuştur.” bunun çevresindeyse kendini değerli kılmanın radikal süreçleri döner. siyasal iktidarın hedefi, bu süreçleri kapitalist biçime dönüşmeye başlamak için, ikna ya da cebirle zorlamaktan ibarettir. (negri, 1996: 165-6)

a. negri, son beş tezde, tamamen yeni bir proleter öznellik tanımı oluşturmaya çalışır. burada temel varsayımı, devrimci örgütlenmenin sınıf bilincinde, ancak sınıf bilinci radikal bir şekilde ve ontolojik olarak otonom ise, ifadesini bulabileceğidir.

marksist devlet kuramı

a. negri, işçi sınıfının bugünkü durumunu çözümlerken devlete de sıksık değinir. yıllar önce, liberal demokrasinin önemli avrupalı bir taraftarı olan norberto bobbio ile girdikleri tartışmada, n. bobbio, marksist devlet kuramının, ancak kişinin marx’ın eserlerini dikkatli bir şekilde okumasıyla nihai olarak ulaşabilecekleri olduğunu öne sürmüş ve kendisinin bir şey bulamadığını söylemiştir. oysa, a. negri için marksist devlet kuramı, hukukun ve devlet kurumlarının devrimci hareketin bakış açısından pratik bir eleştirisidir. a. negri bunu, “devrimci bir öznenin inşasının ve bunun gücünün ifade edilmesinin marksist yorumsamasına bağlı bir tecrübe” olarak tanımlar. (hardt & negri, 1994: 4) n. bobbio hukukun ve devletin marksist bir kuramı olmadığını öne sürer ve bu yafta altında geçenin yalnızca reel sosyalizm tarafından üretilen eklektik ve vulgar bir kurgu olduğunu söylerken; a. negri, marx’da hukukun ve devlet’in, işçi hareketi tarafından devrimci süreç boyunca geliştirilmiş olan ve reel sosyalizmin kanunları ve anayasaları ile baskı altına alınmış bulunan çok radikal bir eleştirisinin varolduğunu ortaya koyar.

* http://korotonomedya.net/otonomi/ozgur_negri_dus_mil.html

Hiç yorum yok: