Bu blog Emeğin Yoldaşlığına ; Çokluğun emeğinin arşivlenmesine bir katkı olsun diye, HERKESİN,AMA HİÇKİMSENİN şiarıyla var...İSYAN,KOMÜN,ÖZGÜRLÜK...
DUYGULANIYORUM,ÖYLEYSE VARIM...

Bu Blogda Ara

Spinoza

Spinoza'dan Neşe ve Keder olarak yapılan çeviriye karşı ;Cüret ve dumur kavramlarını öneriyoruz...

Hayat Akıyor...

İsyan Büyütür...

İsyan Büyütür...

10 Eylül 2010 Cuma

BİR MODERN ENDÜSTRİ KRİZİ: “İNSANİ ATIK” Zygmunt Bauman

Çeviren: Tuğba Barış
Gezegenimizin üzerinde bir hayalet
dolaşıyor –yabancı düşmanlığının hayaleti. Eski
ya da yeni, asla ortadan kaldırılmamış ya da
buzları henüz çözülen alevlenmiş milliyetçi kuşku
ve düşmanlıklar, oldukça akışkan modern var
oluşumuzun geçmişe ve bugüne ait güvensizlik ve
belirsizliklerinden damıtıldı ve sadece güven
adına henüz dağlanmış bir korkuyla karıştırıldı ve
iç içe geçirildi.**
Bir türlü olgunlaşmayan gizli
kapaklılıklar, kaderlerindeki açıklanmayan ya da
kendini açığa vurmayan tehlikeler ve tecrübe
edeceği şeylerin belirsizliğini simgeleyen global
sisler tarafından korkutulan, uygun olanı bulmanın
bitmek bilmeyen sonuçsuz denemelerinden son
derece yorulan ve bitkin düşen insanlar, acılarının
ve kötü tecrübelerinin sorumlularının peşinden
çaresizce koşmaktadırlar. Neyse ki suçluları
buldular; düzenin ve adaletin güçleri tarafından
nazikçe aydınlatılmış en yakın fener direğinin
altındaki tek bir noktada. Bize “O, bizi
güvensizliğe iten ve yine O, cinayete sebebiyet
veren ötekidir” dendi ve şimdi biz, çalınmış
güvenliğimizi yeni baştan inşa etmek için, ötekini
hapsedip, dışlamak üzere toplanmalıyız.
Bütün dünyada demokratik yollarla başa
geçen hükümetler; “Suçlular üzerinde ciddi
önlemler alacağım” kartını bütün diğer kozların
üzerine koyarlar; kazanan el, hemen hemen
neredeyse hiç çeşitlilik göstermeksizin, daha fazla
hapishane, daha fazla polis, daha uzun
mahkûmiyet içeren bir söz birleşimidir ve bu
* Gazi Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Böl.Mezunu
** Makalenin orijinali; “The crisis of the human waste
disposal industry” Zygmunt Bauman. Tikkun San
Francisco:Sep/Oct 2002. Vol. 17, Iss. 5, p. 41-
42+ (3 pp.)
birleşim, göçün engelleneceği, barınma ve
vatandaşlık hakkının verilmeyeceği yeminine
bağlanır. Donald G. Mc Nail bu konu ile ilgili
olarak şunları söyler: “Avrupa karşıtı politikacılar,
‘suç işleyen ötekiler’ klişesini, demode olan etnik
düşmanlıkla bağlantılandırarak bireyin
güvenliğini daha makul kılmak adına çok
kullanırlar.
Geçen bahar, Fransa’da Chirac ve Jospin
arasındaki başkanlık yarışında, daha bu yarışın ilk
aşamalarında kamuoyunda bir yozlaşma yaşandı.
Her iki aday da seçmenlerden destek almak için
göçmenler ve suçlulara karşı daha sert önlemler
veya tedbirler alacaklarını dile getirerek yarıştılar;
fakat bunların ötesinde, suçun çoğalmasına neden
olan göçmenlerin tamamına yönelik ve göçmenler
tarafından beslenen suça karşı belirgin bir cephe
alındı (Nathaniel Herzberg ve Cecil Prieur
tarafından Jospin üzerine yapılan bir parça kayıt
örneğidir. Le Mond’ da 5-6 Mayıs 2001
tarihlerinde yayınlanmıştır). Adaylar, tüm bu
olanlara rağmen ilk olarak, seçmenleri çepeçevre
saran duygulardan (bu duygular tam da geçim
derdinin gelecekte alacağı biçim hakkında derin
bir belirsizliğe saplanan sosyal pozisyonların
çileden çıkaran güvensizliğidir) bireyin güvenliği
(içerikte can, mal, ev, eşya, çevre güvenliği) adına
duyulan korkulara dair oluşmuş ve bu minvalde
engellenen bir gerginliği tekrar tekrar vurgulamak
için ellerinden geleni yaptılar. Chirac yılın ilk
yarısında kaydedilen suçlardaki % 10 artış
ışığında güvenliği tehdit eden unsurların
fazlalaşmasıyla çatışma gerekliliğini anons ederek
14 Temmuz 2001’de sabit olmayan şeytani bir
makine düzeni meydana getirdi ve tekrar
seçildiğinde sıfır- tolerans politikasının kanun
olacağını dile getirdi.
Başkanlık kampanyasının akış süreci
içerisinde Jospin paylaşılan motifler üzerine

Sosyoloji Notları
50
inceden inceye oluşturduğu kendi ayrımlarını
ortaya koyarak yarışa katıldı (Le Pen’in sesi ise
asıl solo seslerin karşıtı olarak fakat sosyolojik
yöntemlere kesinlikle uygunluk göstermeyen bir
biçimde ve umulmadık bir şekilde suça karşı
oluşan koroda en işitilebilir ve saf solo ses olarak
yükseldi). 2002’de Ağustos’un 28’inde Jospin,
“güvensizliğe karşı açıkça savaş”ılacağını bildirdi;
gevşekliğe izin verilmeyeceği üzerine ant içti. 6
Eylül 2002’de ise Daniel Vaillant, Marilyn Le
Branchu ve vekilleri iç işleri ve adalet
konularında suça hiçbir şekilde tolerans
göstermeyecekleri üzerine ant içtiler. 11 Eylül
olaylarına yönelik Vaillant’ın tepkisi, Fransızların
yaşadığı yeri güven vermeyen halleri ve şüpheli
şeytansı uyumlulukları ile zehirleyen yabancıların,
resmi makamların deyişine göre, toplumun içine
sızan “etnik yaratıklar“ın, genç nesillerine karşı
belli başlı polis güçlerinin artırılması gerektiği
yönündeydi. Jospin, zehirli olan ilişki biçimlerini,
yumuşak ve anlayışlı yakınlaşmanın “meleksi
okul”unu, geçmişte asla ait olunmayan ve
gelecekte de asla katılınmayacak birliktelikleri
cezalandırmaya ve tüm bunlara sövmeye devam
etti. Açık arttırma devam etti ve önerilen fiyatlar
göğe doğru tırmandı. Chirac iç güvenlikle
ilgilenecek bir bakanlık yaratacağına yönelik bir
söz verdi; Jospin, buna, polis operasyonlarını
koordine edecek ve kamu güvenliğinden sorumlu
olacak bir bakanlığın oluşturulacağını söyleyerek
karşılık verdi. Chirac genç suçluları kuşatacak
“kilitli merkez” fikrini savunurken Jospin de
sorgulama altındaki suçluların görüntüsünden yola
çıkarak, genç yaşta suç işleyenler için öngördüğü
“kilitli yapılar “ görüşüyle ortaya çıktı.
Göç Eden Güney: Bundan sadece 30 yıl
önce Portekiz, rahat ve güvenin temeli olan
Alman Sosyal Sözleşmesi’ni kesmekle, basit
görünümlü evlerini yağmalamakla Alman
Burger’lar tarafından korkutulan yabancı işçilerin
tek tedarikçisiydi. Bugün belirgin bir biçimde
düzelen kaderinin yardımıyla Portekiz, işçi ihraç
eden bir ülke konumundan, işçi ithal eden bir ülke
konumuna gelmiştir. Ancak yabancı ülkelerde
ekmek kazanılırken çekilen zorluklar ve
karşılaşılan aşağılamalar çabuk unutuldu; şimdi
Portekizlilerin yüzde yirmi yedisi, çevreyi kuşatan
suçun ve yabancıların temel endişeleri olduğunu
açıkça dile getirir hale geldiler. Yeni yetişen
politikacılardan olan Paulo Portas şiddetli bir
biçimde, göçmen karşıtı kartı koz olarak
kullanarak, sağ kanat koalisyona yardım etti
(Danimarka’da Pia Kiersgaard’ın “Danimarka
İnsanlarının Partisi”, İtalya’da Umberto Bossi’nin
“Kuzeyli Derneği” ve Norveç’te radikal bir
biçimde göçmen karşıtı olan “İlerleme Partisi”nin
yaptığı gibi –bütün bu ülkeler kısa süre önce
evlatlarını kendi ülkelerinin sunamadığı ekmeği
aramaları için uzak topraklara göndermişlerdi).
Bu gibi -yabancı karşıtı- haberlerin hepsi
kolayca ilk sayfalara başlık yapıldı (Britanya’da
13 Haziran 2002’de Guardian, suçluların çeşitli
sığınak veya barınaklara kapatılması yönünde
oluşturulan “Birleşik Krallık Planı”nı manşetten
duyurdu. Diğer ilk sayfa manşetlerinden
bahsetmeye gerek bile yok). Ancak bununla
birlikte göçmen korkusunun temel gövdesi Batı
Avrupa’nın dikkatinden kaçar (aslında
bilgisinden) ve asla gün yüzüne çıkmaz.
Göçmenleri suçlamak –yabancıları, yeni gelenleri
ve yeni gelenlerin yanlarında taşıdıkları
yabancılıkları- ve yeni sosyal sıkıntıların bütün
yönleri (tehlike ve güvensizlik duygusunun mide
bulandıran ve tüm otoriter baskıları
yetkisizleştiren yönlerin hepsi) hızla, küresel bir
alışkanlık oluyor. Örneğin Avrupa Reform
Merkezi’nin araştırma direktörü olan Heather
Grabbe şu saptamayı yapıyor, “Almanlar
Polonyalıları, Polonyalılar Ukraynalıları,
Ukraynalılar Kırgızları ve Özbekleri yaşanan
olumsuzlukların sorumlusu olarak niteler.”
Komşu ülkeleri etkileyemeyecek kadar fakir olan
Romanya, Bulgaristan, Macaristan, Slovakya gibi
ülkeler, geçim derdinin peşinden çaresizce
koşarken, öfkelerini yerleşmiş şüphelere ve
hazırda bulunan zanlılara yöneltirler: Bunlar
yöresel fakat suyun üzerinde gezinen; durağan ve
belirli adreslerden kaçınan ve bu nedenle “yeni
gelenler” ve “dışarlıklar” olarak bilinen, daima ve
her yerde olan Çingenelerdir.
“Global eğilimler” dönemi sonuç olarak
ortaya çıktığı zaman, Birleşik Devletler, dönemin,
kişisel girişim ve kıdem haklarını tartışma
götürmez gerçekler olarak gördü. Fakat göçmenler
üzerinde oluşturulan baskının global eğilimine
katılmak Amerika’nın oldukça zor bir problemle
karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Birleşik
Devletler herkesin de kabul edeceği gibi bir
göçmenler ülkesidir; şüpheleri göçmen soyuna
atmak, göçmenlerin aşağılanmasıdır ki bu,
Amerikan kimliğini besleyen damarlara aykırı
olacaktır ve belki de tartışma götürmeyen bir
çimento ile inşa edilmiş Amerikan Rüyasına
ölümcül bir darbe indirecektir. Tüm bunlara
rağmen hala olmayacak rüyaya âmin denilmekte
ve aynı hatalar mütemadiyen yapılmaktadır.
10 Haziran’da en yüksek rütbeden
Amerikan yetkilileri (FBI yöneticisi Robert
Muller, Başsavcılık delegesi Larry Thomson ve
Savunma sekreteri delegesi Paul Wolfowitz ile

Sosyoloji Notları
51
beraberindekiler) Pakistan’a yaptığı kısa süreli bir
geziden sonra Chicago’ya geri dönen şüpheli bir
El-Kaide teröristini tutukladıklarını bildirdiler.
Resmi makamların iddiasına göre, bir Amerikan
vatandaşı olan Jose Padilla (isim, etnik göçmenler
listesine ilave edilen, nispeten fakir bir geçim
süren son İspanyol ırkına bir göndermedir) dinini
değiştirerek İslam dinine yöneldi; Abdullah El
Mujahir adını aldı ve yaşadığı ülkeye nasıl zarar
vereceğinin buyruklarını almak için yeni üyesi
olduğu Müslüman müritlere katıldı. O’na burada
dikkat çekmeden başkalarıyla birlikte canlı bomba
olarak yaşamanın sade sanatı öğretildi –bu kişiler
düzenli bir biçimde bulunabilir patlayıcıların
dışında, radyoaktif materyallerin her tipini
ellerinde bulundurabilen ve tüm bunları korkutucu
bir biçimde kolayca birleştirebilen teröristlerdir. (
Silah toplama işi onlar için “ korkunç kolay ” bir
iş olmasına rağmen neden bu iş için sofistike bir
eğitime ihtiyaç duyulduğu net değildi. Sıra
büyüyecek gazap üzümleri için korku tohumları
ekmeye geldiğinde, mantık ne buradadır ne orda;
mantık hiçbir yerdedir. Çoğu ortalama
Amerikalının konuşma diline 11 Eylül’de yeni bir
deyim girdi: Canlı bomba (dirty bomb) –Bu ismi
ilk olarak “ABD’de Bugün”ün (USA Today)
habercileri Nichols, Hall ve Eisler anons ettiler.
Mesele uzmanca bir tedbirden ibarettir:
Amerikan Rüyası’nın tuzağı, Jose Padilla bir
yabancı ve bir yaratık olduğundan beri becerikli
bir şekilde, onun kişisel özgürlüğü ile
Amerika’nın seçme özgürlüğü etrafında dolandı.
Terörizm, yabancı bir kökeni olan ve aynı anda
yerli olan, bir eski zaman korkusu olan kızıl bir
tehlike gibi bir köşenin ardında pusuya yatan ve
tüm çevreye yayılan bir korku olarak resmedildi.
O, güvenilmez hayatın her yerinde bulunan,
kuruntular ve korkular için tamamıyla inanılabilir
bir sığınak ve eksiksiz bir metafordu.
Bu özel tedbirin bir hata olduğu
kanıtlandı. Diğer federal yönetimlerin ofisinden
bakıldığında bu görüş, varlığını sorumluluklara
borçlu olduğunu gösteriyor. Oluşturulmasının
“korkunç kolay” olduğu bir canlı bomba milyarlar
değerinde olan “mermi karşıtı siper” fikrinin
aptallığını, tüm kirli yönleriyle açığa çıkardı;
sebebi tam da tehlikenin yaşanılan yerde değil
dışarıda olmasıydı. Ya gerçek tehlike yerli halktan
gelirse? Böyle bir durumda El Mujahir’in delili
hem planlanmış bir Irak karşıtı savaşın hem de
henüz ismi konmamış ve sonrası planlanmamış bir
dışarı hücumunun koca bir soru işaretine ışık
tutacaktı. Bazı federal bölümlerden, ötekilere
atılan şamarın özü neydi? Söz verilen bir
meselenin aniden, zekice ve kasıtlı olarak boynu
büküldüğünden beri ötekiler oyunu kazanıyordu;
kendi sahalarındaki yazar ve oyuncular
olmaksızın.
Ta en baştan beri; insani atığın devasa
hacminden başlayarak, modernlik alabora oldu ve
alabora olmaya devam etti.
İlkesi azami ve etkili çalışmak olan beşeri
çöp üretimi özellikle modern endüstrinin iki
alanında oldukça cömerttir.
Bu iki alandan birincisinin temel
fonksiyonu sosyal düzenin üretimi ve tekrar
üretimidir. Hiç bir düzen modeli seçici değildir ve
hiç biri beşeri hammaddenin hiç bir parçasını
bölme, ayrıştırma, düzenleme ya da ortadan
kaldırmaya yönelik gereklilikler sunmaz ki beşeri
hammadde yeni düzene uygun değildir ve hiçbir
boşluğun, düzenin bir parçasıyla doldurulmasına
izin verilmeyecektir. Düzenin diğer aşaması inşa
aşamasıdır ve bu süreçte bazı parçalar “kullanışlı”
parçalardan ayrılır ve bu parçaların ancak bir
“çöp” kadar değerinin olduğu aşikârdır; çünkü
planlanmış bir eylemdir; çünkü bir üründür.
İnsani atığın uçsuz bucaksız yığınını
sürekli olarak alabora eden modern endüstrinin
ikinci kolu, karlılık ve verimlilik standartlarının
sürekli yükselen bir seviyeye gelmediği ve asla
gelemeyeceği gerçeğinin doğrudan etkilediği bir
alandır ve geçim sıkıntısına benzer insan
varoluşunu çeşitli yönlerden tamamlayan kapasite,
parçalayacak güç ve nihai imha gerektiren
ekonomik bir süreçtir. Kural olarak yaşamın
değerini düşüren pratikteki bu uygulayıcılar bir
ekonomik aktivite için asla daha yeni, daha zeki,
daha makul bir kitle olamazlar. Akılcı anlamına
gelen, şimdilerde değeri düşürülen ve artık
kurtulma şansı kalmayan yeni düzenlemeler
meşru ve zorunlu olduğu için geçim kaynaklı
doğan anlamlara bağlanmak inkâr edilir. İşte
bunlar tam da bu nedenle ekonomik bir süreci
oluştururlar.
İnsani atık yığınının potansiyel bir felaket
olan sonuçları, modern tarihin daha iyi bir alanı
için, diğer bir modern buluş sayesinde
tarafsızlaştırılmış, etkisiz hale getirilmiş ya da en
azından yatıştırılmıştır. Bu da atık öğütme
endüstrisinin ta kendisidir. Dünyadaki birçok
alanın çöplüğe dönmesiyle bu endüstri dallanıp
budaklanmıştır. Kesin olan şudur ki hepsi birer
“insanlık artığıdır”. Gezegendeki modernizasyon
sektörü tarafından alabora olmuş insani atık
taşınabilmiş, arındırılabilmiş ve öğütülebilmiştir;
dolayısıyla şartlar kontrol altına alınmış, tutuşma
ve yanma tehlikesi defedilmiştir.
Bugün birçok yerde yaşamın modern
şekillerinin- gezegensel yayılım- olağanüstü

Sosyoloji Notları
52
başarısı sayesinde bu çöplükler tükenmekte
(Kaçınılmaz sonucu intihar olan “kendi kazdığı
kuyuya kendi düşer” eğilimiyle modernlikten
şüphe edildi; en azından Roza Luxemburg’dan
beri). Çöplüklerin besleme ömrü kısadır. İnsani
çöplük üretimi artarken (herhangi bir şeyin bile
hacminin arttığı küreselleşme sürecinde) atık
öğütme endüstrisi kendini müthiş bir sıkıntı içinde
buldu. İnsani atığın başarıyla sonuçlanan eski
denemeleri artık uygulanabilir değil, yenileri icat
edilmedi ve tek başına da başarıya ulaşamaz.
Dünyanın yanlış çizgisi uyarınca, insani atık ve
atık düzeni eli kulağında olan bir patlamaya
eğilimindedir ve bu patlama ilk işaretlerini
vermektedir. 11 Eylül manzarası, yönetimin
telaşla tetiklediği mantık dışı bir kriz olmasına
rağmen, çaresizliğin açığa çıkardığı insani atık
öğütme endüstrisi krizi, bugünün keşmekeşliğinin
ardında ayakta duruyor.
Kaynak
http://proquest.umi.com/pqdweb?did=156397261
&Fmt=4&clientId=46813&RQT=309&VName=P
QD

Sosyoloji Notları sayı 2

Hiç yorum yok: