Gezi Parkı
ve Taksim çevresindeki direniş ve işgal süreci, devletin olmadığı bir durumun
neye benzeyeceğine dair bir eskiz çalışmasıdır: Elmadağ’dan Taksim’e giderken
yola asılmış pankarttaki ‘Taksim Komününe Gider’ cümlesi bir şaka olarak
görülmemeli, gerçekten geçici de olsa karşılıklı yardımlaşma ve komünal
dayanışma deneyimidir söz konusu olan: Birbirleriyle
herhangi bir kimliksel bağı olmayanların, ortak mücadele gönüllülük ve pratikte somutlaşan
ortak fikirler temelinde oluşturdukları bir topluluk dayanışması. Parkın her
noktasında, herkesin iliklerine kadar yaşadığı, devletin geçici yokluğu veya
etkisini göstermemesi halinde sıradan insanların sorumluluk üstlenip, bütün
becerilerini, sosyal ilişkilerini ve olanaklarını seferber edip oradaki
karmaşık ortamda hayatın önemli işlevlerinin sürdürülmesi için çabalamalarının
olağan bir hal kazanması, topluluk olarak yaşamanın imkânlarını kavramaya dair
altı sürekli çizilmesi gereken bir deneyimdir. Dahası, devletin ve kapitalizmin
etkilerinin kısmi azalması halinde yaratıcılığın, icadın, mevcut kısıtlı olanakları
en zekice kullanmanın nasıl maksimum düzeye çıkacağını ya da genel zekânın
nasıl fışkıracağını da gördük. Devletin geçici olarak giremediği bu alanda,
onların tabiriyle “otorite boşluğu” oluşur oluşmaz, özgürlükçü ve eşitlikçi,
farklılıklara saygılı bir etiğin gelişmesinin olanakları da doğuyor. Gezi
parkında bu durumun tüm görünür sorunlarına rağmen yaşandığını söyleyebiliriz. Zaten
bir çırpıda kusursuz bir ortamın şekillenmesi de beklenemez, bu gerçek bir
öğrenme sürecidir.
Gezi parkı
işgalinin meşruiyeti ortak olanın yani Gezi parkının geri alınmasına yönelik kolektif
doğrudan eylemin kurucu gücünden geliyor. Gezi parkı ise yalnızca boş bir yeşil
alan değil. Kapitalist toplumda yaşamlarımızdan sürekli çalınan bazı şeylerin
geri alınmasını ve derhal hayata geçirilmesini mümkün kılan içi dolu bir ortak
mekân olarak somutlaşıyor: Metropol ortasında, izole hayatlara kapatılmış,
yalnızlaşmış ve depresyondaki benliklerimiz için daha çok karşılaşma alanı;
endüstriyelleşmenin bunaltıcılığı karşısında daha çok yeşil alan; parodiden
başka bir şey olmayan parlamenter temsilin yarattığı erksizleşme ve
apolitikleşme karşısında doğrudan demokrasiye yönelik radikal bir istek ve
bunun kısmi hayata geçirilmesi; kapitalizmin bireyselleştirdiği yaşamlarımızda
tüketimin bıktırıcı döngüsünden bir süreliğine de olsa çıkmanın ve kolektif paylaşımın, dayanışma ve
dostluğun verdiği güven; devletin
sürekli ezdiği, çocuklaştırılmış bir toplumda otoritenin meşruluğunu yerle bir
edip onurunu, kendine saygıyı geri kazanma duygusu; tekil kudretlerimizin kolektif
eylem yoluyla artmış olmasından duyulan paylaşılan neşe! Bütün bu istekler ve
arayışlar Türkiye’deki alt ve orta sınıfların çok farklı topluluk ya da
katmanları tarafından farklı ifadelerle karşılık buluyor. Tek bir siyasi akıma,
tek bir talebe, tek bir sosyal harekete ya da tek bir örgütlenmeye
indirgenemeyecek olan bir Çokluğun oluşturulmasının adımı olarak okuyabiliriz
bu hareketi.
Gezi Parkı
ve Taksim Meydanı kendisini bir mekânda işaretleyen kolektif bedenin
sembolüdür. Gezi parkı Taksim ya da İstanbul ölçeğinde farklı pratiklerin
mümkün olabileceği bir mekân inşa ediyor. Deneysel bir süreç olarak siyasetin,
daha doğrusu siyaset ile yaşamın iç içe geçişinin tecrübe alanını kuruyor. Özel
ile kamusal arasındaki yapay ayrımı ortadan kaldıran bir politik yaşama alanı ya
da politika ile yaşamın iç içe geçtiği bir ortaklık alanı oluşturuyor. Salt
protesto siyasetinin negatif diliyle yetinmeyen, ortak yaratımın, inceliğin, dostluk
olarak politikanın ve uzlaşmacı değil çatışmacı bir demokratik çoğulculuğun
ortamını kuruyor. Gezi Parkı işgali, pek
çok yerde süren diğer yıkıcı protestolar ve işgal girişimleri farklı bayraklar,
amblemler altında kendisini gösteriyor olsalar da giderek radikalleşen, siyasal
liberalizmin sınırlarını aşan bir demokrasi talebinin ifadesidirler.
Hareketin
özneleri her ne kadar ilk başta halk kavramıyla, tekillikleri indirgeyerek homojenleştiren
bir soyutlamayla ifade bulsa da, bu hareketin asli özelliğinin çeşitlilik ve
indirgenemezlik olduğunun herkes farkında. Bu nedenle hareketin sınıfsallığını,
antikapitalist siyasallığını ve tekilliklerin oluşturduğu bir ağ olma, öznesiz
bir kolektif beden olma özelliğini ifade etmeye yetecek bir kavramlaştırma
henüz şekillenmese de bunu sezgisel olarak ifade edecek bir ortak işaret olarak
ters yüz edilmiş bir onur kazanma hamlesi olan özellikle de mülksüzlüğün olumlaması olarak Çapulcu’nun yaygın kabul
görmesi, tekillikler çokluğuna giden yolu açacak kavram arayışının belirtisi
olarak görülebilir.
Bu yüzden
Gezi parkı direnişinin, başka yerlerdeki tüm isyanlara ilham verebilmesi için bütün
gücümüzle hem oradaki ve hem de başka yerlerdeki hayat kurucu, yaratıcı faaliyetlerimize
devam edeceğiz. İsyanları yaygınlaştıracak olan budur, farklı karşılaşmalar ve
deneyimler üretecek yeni karşılaşma mekânları oluşturabilmek için devletten
icazet almaksızın eyleme geçmenin meşruluğu!
İşgalin
sağladığı zengin çeşitlilik, politik sosyalleşmenin alabildiğine yaygınlaşması,
yeni karşılaşmalar ve yeni bir politik kuşağın doğuşunu sağlayan bu benzersiz
tecrübe alan(lar)ını ayakta tutarak, çoğaltarak, çeşitlendirerek ve artık Gezi
parkı mekanının ötelerine de taşıyarak isyanı derinleştirebiliriz, çünkü tahayyül gücümüz arttı. Bu işgal hareketi
neyle sonuçlanırsa sonuçlansın, bundan sonraki toplumsal mücadelelerde etkisi
ve öğrettikleri uzun süre devam edecek bir mihenk taşıdır. Gezi işgali ve peşinden
gelen artçılar bugüne kadar bu coğrafyada sürüp giden parçalı tekil
mücadelelerin daha aktif ve karmaşık, birbirinden öğrenen bir ilişkiye sokulması ve bu coğrafyanın
kendi çokluğunun yaratım süreci halini almakta.
11 Haziran
tarihli Taksim meydanında barikatları açmak için sert saldırıların
ardından, yeniden
toparlanan Gezi işgalcileri için bu deneysel süreç, her zorluğun ve
bastırma
girişiminin ardından daha nitelikli, yaratım olarak siyaset açısından
daha
kurucu bir uğrağa taşınacaktır. Gezi Parkı işgali yarın devlet
şiddetiyle bitirilmeye
kalkışılsa dahi, bu hareketin hızla kendisine farklı formlar bularak
devam
edebileceğini ve birbirinden farklı protestoları tetiklemeye devam
edeceğini görmek zor değil.
Zira Gezi ve Taksim artık fiziksel olarak içinde olalım olmayalım,
imgesel olarak
geri alınmıştır. Bu sebeple Gezi hepimiz için bir hafıza mekânıdır ve
adının ve
yarattığı ortak deneyimin dile gelmesiyle etkileşime girebilecek herkes
için artık isyanın ve doğrudan eylemin başlıca motivasyonudur. Bu
nedenle o mekânın
üzerindeki fiziki etkinliğe devam etmek, hareketin sürmesi için zorunlu
bir ön koşul değildir, çünkü bu kurucu eşiği aştık. Sonucu ne
olursa olsun, Taksim ve Gezi Parkı kazanılmıştır. Zaten devletin şu sıralar
Gezi direnişini zor kullanarak bitirmeye yönelik hazırlıkları, Gezi direnişinin
meşruiyetinin karşısında iktidarın ezildiğinin, ve meşruiyetini çok büyük oranda kaybettiğinin göstergesinden başka bir şey
değildir.
Bir öngörü
olarak şunlar söylenebilir şimdiden: İşgalin, devlet şiddetiyle çatışmanın,
sokakları, meydanları geri almanın gücü bir kez tadıldığı için, bunun ardından
üniversite işgalleri, ev işgalleri, iş yeri işgalleri, toprak işgalleri de
gelecektir. Kolektif mücadele ve yaşam deneyiminin öğrettiklerini insanlar
gündelik yaşamlarında uygulamaya başlayacaklardır. Kapitalist yaşama kültürünün
yerini alacak alternatifler aramaktan yaratıcı karşı kültürün hızla
yaygınlaşmasına, anti-otoriter ve hiyerarşik olmayan siyasal örgütlenme
biçimlerinin yaygınlaşmasından özgürlükçü eğitim arayışlarına, çok daha sorgulayıcı
ve eleştirel bir bilim anlayışının ve akademik üretimin radikal mücadelelerle
daha yoğun bir iç içe geçmesinden etkili bir üniversite ve öğrenci muhalefetine
ve biraz daha orta vadede mortgage sistemindeki tıkanmanın ve inşaat sektörünün
gerilemesinin yanı sıra ekonomideki sarsıntıların ardından da devasa işçi
direnişlerine kadar bir sürü potansiyel sonucu var bu hareketin şimdiden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder