Bu blog Emeğin Yoldaşlığına ; Çokluğun emeğinin arşivlenmesine bir katkı olsun diye, HERKESİN,AMA HİÇKİMSENİN şiarıyla var...İSYAN,KOMÜN,ÖZGÜRLÜK...
DUYGULANIYORUM,ÖYLEYSE VARIM...

Bu Blogda Ara

Spinoza

Spinoza'dan Neşe ve Keder olarak yapılan çeviriye karşı ;Cüret ve dumur kavramlarını öneriyoruz...

Hayat Akıyor...

İsyan Büyütür...

İsyan Büyütür...

28 Şubat 2010 Pazar

Bakhtin incelemelerinin şu an yöneldiği bir çok alan, düşünürler arasındaki farklılıklar ne olursa olsun, pek çok Bakhtinci çalışmada varlığını sürdürmekte ısrarlı bir sorun bulunduğunu öne sürer: Bakhtin’le başka neler yapılabilir? Bu, sadece akademik bir ilgi değildi; ya da olmamalı; aslında olabilir çünkü Bakhtin’in çalışmaları açıktır ki sık talep edilen her şeyi içeren-metin üretiminin ötesindeki amaçlara uygulanabilir. Benim önerim, Bakhtin’i radikalliğinden çekip almak ve fikirlerini, yirminci yüzyılın yüz kızartan tarihinin bu ölümcül anında destek olmaları için ortaya çıkarmak. Dünya üzerindeki çoğunluğun refahının düşüşü devam ederken, kendilerininki hızla yükselen ve hallerinden giderek daha çok memnun olan elit tabakanın öne sürdüğü aksi iddialar ne yönde olursa olsun, Bakhtin cephesinden gelecek işe yarar siyasal alternatiflere ve düşünce biçimlerine çokça ihtiyaç duyuyoruz. Bu, yersiz politik sorumluluklarla, teorik çalışmalara deli gömleği giydirmemiz gerektiğine işaret etmez; doğru düzgün bir tarihsel bakış açısıyla incelendiğinde Bakhtin’in yazıları, etkisi, bu yazıların yazıldığı tarihsel koşulların çok ötesine uzanabilecek politik idealler içerir. “İdealler” sözcüğü, Bakhtin’in çalışmalarının “ütopik” olduğu bağlamında alınmamalıdır; tabii bunu söylerken, gerçek dünyada gerçekleşemez olduğu için politik olarak bağlam dışı olduğunu ifade etmek istiyorsak. Aslında, yazarın birçok çalışmasında, Pierre-Joseph Proudhon ve hatta Rudolf Rocker tarafından desteklenen, topluma karşı pragmatik bir yaklaşıma çok yakın olan tutarlı bir “politik” tema görüyorum. Önemli bir takım Bakhtin araştırmacıları, onun Rabelais’ye duyduğu ilgiyi, ve dille topluma dair kimi zaman ütopik olan yaklaşımını, başka konular işlenirken açıklanacak bir istisna olarak görürler. Mikhail Bakhtin: Creation of Prosaics’de, örneğin, Gary Saul Morson ve Caryl Emerson, “ Bakhtin’in diğer yazılarındaki anti-ütopik yaklaşımla hiç de bağdaşmayan açık ütopyacılık” konusunda olumsuzluklarını kategorik olarak ifade ederler. “Bakhtin’in hayatı boyunca sistemlere duyduğu nefret, ulaşılan yanıtlara karşı güvensizliği, ve gündelik yaşamın dağınık gerçeklerini tercih etmesi, onu tüm ütopik görüşler konusunda derin bir şüpheye düşürdü”.i Morson ve Emerson’ın açıkça reddettikleri “ütopik görüşler” arasında, Bakhtin’in, Mikhail Bakunin’in çalışmalarıyla bağdaştırdıkları anarşizmi yer alır.

Bakhtin’in anarşizm sorunlarına ilişkin çalışmalarının etraflı bir incelemesi, bana göre; Morson ve Emerson’ın, kullandıkları ütopyacılık tanımı ve değindikleri ütopyacı düşünürlerin onları götürdüğü yere kadar haklı olduklarını gösterir. Sorun, benim fikrime göre, Bakunin’in “ütopyacı” olmadığı gibi, Bakhtin’in anarşizmini anlamak için karşılaştırma yapılabilecek doğru kişi de olmamasıdır (Bakunin’in teorisinde yer alan, devrimin karnaval karakteri gibi öneriler, çok önemli etkiler bıraksa da). Bakhtin (elimizdeki arşiv incelendiğinde), -Rocker’ın söylediği gibi- “mutlu Theleme’liler (Gargantuaii) tanımında tüm otoriter kısıtlamalardan bağımsız bir yaşam tablosu sunan”iii Rabelais dışında başka bir anarşistten alıntı yapmaz. O halde Morson ve Emerson neden Bakunin’i William Godwin, Peter Kropotkin, Pierre Proudhon ya da Rudolf Rocker’a oranla daha çok önemser? Sorun, bu iki ismin Bakunin’in çalışmalarını açıklama biçimi ve hatta anarşizm görüşlerinin en iyi tabirle çok geniş (birçok yerde Bakunin’in yazılarını, “yıkma istemi yaratıcı bir istemdir!iv” açıklamasına indirger gibi görünürler), en kötü tabirle resmen yanlış oluşu ile daha kötü bir hâl alır. Sonuç olarak toplumumuzda; anarşizmde, (çokça tartışılan) Bolşevizm ya da Maoizm gibi totaliter “meydan okumalar”a oranla daha önemli bir tehdit gören elitlerin yaydığı anarşizm anlayışının birçok kalıplaşmış olumsuz örneği ile ilgilidirler. Nihayetinde, Bakhtin’in çalışmalarının bazen birbiriyle bağdaşmadığı düşünülen bu kısımları arasındaki ilişkiyi açıklamaya yardımcı olabilecek olan anarşizm, belirsiz kalır.

Burada, Bakhtin’in bir anarşist olarak okunuşuna iki yoldan yaklaşıldı: birincisi, Bakhtin’in çalışmaları, uygun bir politik bağlamda konumlandırılmak için, (örtüşen önemli noktaları olmasına rağmen) Bakunin’den ziyade Rocker’ın çalışmalarıyla birlikte incelendi; ve ikincisi, Rocker’ın hukuk konusundaki görüşleri, Bakhtin’in çalışmalarına uygulandı ve varolan tutarsızlıkları açıklamaya yardımcı olması için sunuldu; özellikle de Bakhtin’in, anarşizmle bağdaşmaz gibi görünen (fakat bağdaşan), tam manasıyla kararlı bir sorumluluk hissini tercih ettiği noktalar açıklandı. Rocker ve Bakhtin arasındaki, aslında, genel olarak anarşizm ve Bakhtin’in inanca yaklaşımı arasındaki önemli bağlantı; iki ismin de çalışmalarında hem açıkça hem de üstü kapalı bir şekilde yer alan, interaksiyon ve hareket için geniş özgürlüğün ve geçişliliğin, insan doğası için hayati ve geliştirici bir etmen oluşu fikri, çeşitlilik ve özgürlüğü kısıtlayıcı her türlü girişimin bu gelişimi baltaladığı görüşü, ve bu etmenleri, örneğin, doğal hukuku destekleyerek kalıcı kılmaya çalışmanın öneminin altının çizilmesidir. Rocker’ın söylediği gibi: “Fikirlerin özgürce ortaya serilmesi her zaman yaratıcı iken, otorite, her alanda bir katılık ve sterilliğe yol açar.”v

Morson ve Emerson’ın bakış açısı; bazı Batılıların Bakhtin’de gördüğü türde bir başına buyruk “felsefi” anarşinin, bu tür Bakuninci-anarşist “çözümler”in bir öncüsü rolünü oynaması yüzünden uygunsuz olduğu fikrinden çıkar. Batının, Bakhtin’e bir “zamanımızın Bakunini” olarak yaklaştığını öne sürer ve şöyle derler: “Bakhtin’in Batı tarafından ilk kez ciddi anlamda değerlendirmesi, Bakhtin’in, fazlasıyla Bakunin’i andıran yazılarına odaklanır. Bakhtin’in hayranları, özgürlükçü Bakhtin’i, kuralların ve ‘resmi kültürün’ yıkılmasından hoşlanan, saf özgürlüğün ve karnaval ruhunun bir öncüsü olarak tanımladılar.”vi Bu; bir noktaya kadar doğru olsa da (Morson ve Emerson, başkaları gibi, daha önce onun yapısalcılardan, Marksistlerden ve Formalistlerden alıntı yaptığını söylemiş olsa da), Bakunin’in görüşünü ve daha ötesi, anarşizmin tarihsel bir gerçek olarak yanlış algılandığını gösterir. Murray Bookchin, Morson ve Emerson’ın yaklaşımını sorgulamak adına, küçük bir pasajda şöyle der:

Bakunin’in teorilerinin gerisinde, topluluk ilkesinin devlet ilkesine, toplumsal ilkenin politik ilkeye karşı daha temel bir başkaldırısı yatar. Bakunincilik, bu anlamda, toplumu her zaman, toplumsal yaşamın yapısal bir ünitesi olarak yapılandırmaya çalışmış olan, insanlıktaki geçmiş yer altı akımlarına kadar gider. Bakunin, Rus kasabasının geleneksel kolektivist özelliklerine karşı derin bir saygı duymuştur; bu saygı, geçmişe dair atacı bir tutumun yanılsamasından değil, endüstriyel toplumu ortak destek ve dayanışma atmosferiyle şekillenmiş hâlde görmek istemesinden ileri gelir. Zamanının hemen hemen tüm entelektüelleri gibi, o da bilimi, insanlığın iyi yönde gelişimi adına destek verici bir araç olarak tanımlar; bu sebeple de ateizm ve papaz sınıfı aleyhtarlığı tüm yazılarında eleştiri görür. Yine aynı şekilde Bakunin, toplumun bilimsel ve teknolojik kaynaklarının; kâr, avantaj elde etmek ve savaş adına sömürülmek yerine, toplumsal kurumlaşma, özgürlük ve topluma destek için kullanılmasını arzu eder. Bu bağlamda, Mikhail Bakunin, zamanının gerisinde değil, bir yüzyıl hatta daha da fazla ilerisindeydi.vii

Rocker, Anarchism and Anarcho-Syndicalism adlı çalışmasında yukarıdaki açıklamaya Bakunin’in ekonomik yaklaşımının bir tanımlamasını ekler ve der ki; “Bakunin, düşüncelerini Proudhon’ın öğretileri üstüne temellendirir ve bu öğretileri; Birinci Enternasyonal’inviii federalist kanadı ile birlikte, toprağın ve diğer tüm üretim araçlarının kolektif idaresini savunup ve özel mülkiyet hakkını sadece bireysel işgücü ürünü seviyesinde kısıtlamak istemini dile getirirken, ekonomik anlamda daha da genişletir.”ix İki bakış açısı da, yazarın coşkulu bir kural yıkıcıya indirgendiği Morson ve Emerson yazısı ile karşılaştırıldığında, Bakunin’in yaklaşımlarını açıklamak adına yapılmış daha doğru tespitlerdir. Bakunin ve Rocker’ın (birçok başka anarşist gibi), gücün keyfî ya da çıkarcı kullanımına karşı oldukları doğrudur; fakat Rocker, özellikle ilginçtir çünkü yazılarının büyük bir çoğunluğu, kültür ve otorite yapıları arasındaki ilişki üzerinedir. Rocker’ın kültür üzerine fikirlerinin en güçlü açıklamaları, Bakhtin’in “Discourse in the Novelx”ı ile hemen hemen aynı zamanda yazılan Nationalism and Culture’da bulunabilir. Burada Rocker, gücün tehlikelerini, kültürel üretimin baskı görmesine bağlar; paralelliğin sebebi şudur; “iktidar, hiçbir zaman yaratıcı değildir. O, belirli bir kültürün yaratıcı potansiyelini, çıplaklığını örtmek ve saygınlığını arttırmak için kullanır. İktidar, tarihte her zaman olumsuz bir kavramdır.”xi Fakat anarşi, neredeyse her türlü biçiminde iktidar ve otoriteye karşı olduğu halde, Morson ve Emerson’ın ifade ettiği üzere “kendi çıkarları için kuralların yıkılmasını, merkezkaçlı enerjiyi” ve hatta “maskaralıktan coşku duyma” durumunu benimsemez.

Anti-otoriter olmanın, aynı zamanda açıkça tanımlanmış değer ve amaçlar üzerinde toplumsal birimler geliştirmek ihtiyacını da içerebildiğine dair somut, tarihsel bir örnek -1870’lerden sonra İspanya’nın dağ köylüleri (pueblo) ortaya çıkan anarşiyi- ele alalım. Bookchin’in İspanyol Anarşistleri, anarşist varoluşa önemli bir bakış açısı sağlar:

Tek tük bulunan araçların yarattığı zorlu koşullar ve çok çalışmak gibi ortak bir kaderin pekiştirdiği dayanışma, müthiş bir eşitlikçilik doğuruyor. Köylüler ve vasıfsız işçiler arasında tercih edilen alışveriş türü, maaştan ziyade, aperceria ya da ortaklıktır. Köylüler, toprak sahibi olmalarına ve işçiler kadar fazla çalışmalarına rağmen, geçici “ortaklarına” ekinin yarısına kadar bir bölümünü verebiliyorlar. Bu tip bir ilişki biçimi, sadece, parasal kazançlarla uğraşmak yerine kişinin elinde neyi varsa paylaşmasının daha akıllıca olmasından değil, aynı zamanda da zengin bir cemaat duygusu ve mülksel değerlere bir tepeden bakma tavrından kaynaklanıyor. Pueblo yaşamında fakirlik, kesinlikle alt konumda olmak anlamına gelmez; zenginlik, toplum adına harcanmadığı sürece, kesinlikle prestij sağlamaz. Pueblo’nun içinde ya da yan taraflarında mülkü olan zenginler, genelde, güçleri ve hırsları toplumu rahatsız eden kötü ırk olarak bilinir. Pueblo, onların etkisine karşı bir bağışıklık geliştirdiği gibi, tepki olarak da değerlerini, çalışmanın saygınlığı, ahlâkî ve ruhanî amaçların önemi etrafında organize etme girişimindedir.xii

Bu son pasajda da görüldüğü gibi, anahtar bağlantı, anti-otoriter olmak ve “şehirlerdeki anarşistlerin tüm kişisel standartlarını benimsemek” idi; kimi durumlarda tutarlı bir biçimde özgürlükçü fakat hiçbir şekilde gelişigüzel, şiddet içeren ya da kontrolsüz olmayan standartları. “Bir adam sigara, içki içmez ya da fahişelere gitmezdi; özgür bir topluluk içinde companera ile rutin, ayık, örnek bir yaşam sürerdi. Kilise ve devlet, tamamen uzak durulan lanetlerdi. Çocuklar, özgürlükçü standartlarla yetiştirilir ve eğitilir, onlara özerk bireyler olarak, saygıyla davranılırdı.”xiii Proleter anarşizm (özellikle şehirlerde) giderek sendikacılığa doğru ilerledikçe, daha anarko-sendikalist bir yaklaşıma yol veren bu türdeki anarşizmin anahtarı, kendi çıkarı için kaotik anlamda ‘kuralları yıkış’ değil, “bir companera ile belirli, özgür bir toplumda” yaşamaktı.

Bunun ışığında, Morson ve Emerson’ın ulaştığı sonuç -Bakhtin doğru dürüst bir anarşist çerçeveye oturtulduğunda- Bakhtin’in aleyhine değil, lehine bir argüman gibi okunur: “Bakhtin’in karnaval üzerine fikrinde antinomiyanizm, teorik anarşizm ve kutsal budalalık özellikleri olduğu itiraf edilmelidir. Fakat bütün olarak ele alındığında, Bakhtin kendisini, bu tip bir düşünceye karşı, başta sanıldığından çok daha iyi bir biçimde yalıtır. Çalışmalarının tümüne bakılıp değerlendirildiğinde Bakhtin’e bir şey denecekse, bu, kısıtlamaların önderidir. Çünkü ona göre, sağın kısıtlamaları çözümlenmedikçe ne özgürlük, ne de yaratıcılık, ne sonuçsuzluk, ne de sorumluluk gerçek olmaz”dı.xiv Bu son gözlem, Rocker’ın –daha sonra döneceğimiz- “doğa yasası” dediği noktaya gelir. Şu kadarını söylemek yeterli olacaktır ki, Aydınlanmacı ve klasik liberal düşünün güçlü akımı, anarşizmin belirli görüşleri üzerinden gelişir ve anarşizm, akılcılığa ayrılmış önemli noktada ve Rocker’ın tanımladığı biçimiyle anarşist toplumda yasanın rolü içinde, açıkça görülür. O halde bir kez daha, Morson ve Emerson’da “antinomiyan bir coşku, Bakunin benzeri, neşeli bir yıkım içinde bir karnaval maskarası, ve bir kaçış deliği olarak roman” olarak tasvir edilen “anarşist Bakhtin’in baskın, riskli bir imgesi” görüşü, anarşi anlayışının yanlış bir algılamasına dayanır; tıpkı alıntılanan paragrafın sonuç cümlesinde olduğu gibi: “Etik sorumluluğa olan sadakatini elden bırakmayan Bakhtin, oyunbazca ve anarşik anlamda sorumsuz olarak sunulur”.xv Anarşiyi, hem felsefi hem de tarihî açıdan mutlaka sorumsuz ya da amaçsız ve yanlış olarak ele almak tek kelimeyle hatalı bir yaklaşımdır. “Anarşistler”, der Rocker, “birbirlerine ortak ekonomik ve toplumsal çıkarlar ile bağlı olacak özgür toplulukların oluşturduğu bir federasyon arzu ederler ve meselelerini ortak kararla ve özgür sözleşmeyle ayarlarlar.”xvi Bu tanım, Morson ve Emerson’ın yansıttığı anarşi görüşüyle doğrudan çelişir; onlar şöyle der; “genel olarak konuşulursa, Bakhtin, ileriye yönelik olumlu fanteziler ve kutsal budalalıkla gündelik yaşamın kısıtlamaları ve sorumluluklarına oranla çok daha az ilgilidir. Karnaval, Rabelais’in büyük bir bölümüne, Dostoyevski’nin ise bir bölümüne provokatif bir içerik sunarken, en sonunda bir çıkmaza varmıştır. Bakhtin’in son döneminde, geriye karnaval anarşisinin idealizasyonu değil, kahkaha kalmıştır –ve kahkahanın işlevleri daha detaylı açıklanmıştır.”xvii

Morson ve Emerson’ın, Mikhail Bakhtin’de, Bakunin’i ve anarşist geleneğin büyük bölümünü basitçe yanlış sunduğunu önermek yeterli değildir. Aslında bu çalışma, dikkatli ve titiz bir biçimde tartışılıp araştırıldığında, (birçok başka metin gibi) “anarşiyi”, “belirsiz kaos” ile benzer bir şeye indirgeyip, politik önemi gerçek bir devrimci metinden çekip alır. Bu metin üzerine konuşup durmak yerine Rocker’ın çalışmalarına dönersek, kayda değer bir ilerleme sağlamış oluruz. Nationalism and Culture’daki anarşi tanımı, sadece Bakhtin’in çalışmasında karnavalın önemi, etik meseleler ile ilişkisi, ve Bakhtin’in anarşist politika için süregelen önemini değil, aynı zamanda da Rocker ve Bakhtin’in dil ve toplumsal yapılanmalar üzerine yaptıkları temel tanımlamalar açısından birbirleriyle olan bağlantıları tanımlamaya yardımcı olur. Rocker’ın çalışmalarından (Bakhtin’den de fazlaca bilgi vererek) daha fazla alıntı yapacağım. Lenin, Mao, Stalin ve Troçki gibi isimlerin yazdığı metinlere her dilde ulaşmak bu kadar kolayken, Rocker, Proudhon, ve hatta Murray Bookchin ve George Woodcock gibi çağdaş anarşistlerin genelde bilinmeden kalmış olması ilginç.

Bakhtin ve Rocker arasında yapacağımız karşılaştırmaya, dil çalışmalarından başlayabiliriz. Noam Chomsky’nin dil konusuna “Kartezyen” yaklaşım olarak isimlendirdiği şeyle uyumlu olarak,xviii Rocker dilin kendisinin ulusal bir kökeni olmadığını öne sürer. Daha ziyade, insanlar, “kavramlara yer veren, ve böylece de kendi düşüncelerini daha yüksek sonuçlara ulaştırarak onları diğer türlerden ayıran bir dil”ixix kullanabilme yetisine sahiptirler. Rocker’ın, dili tartışmasındaki amaç, kitabını yazdığı dönemde Nazilerin savunmakta olduğu saf ırk fikirlerini baltalama isteğiydi. Daha da önemli olan, Rocker’ın konuşmayı, sürekli evrim geçirip, toplumun çeşitli katmanlarından ya da farklı kültür ve gruplardan yeni tabirler alan yaşayan bir varlığa benzetmesidir. Hem Rocker, hem de Bakhtin’e göre, dilin bu dinamik, hareketli durumu, otoriteyi tehdit eder ve böylelikle de devlet gibi otoriter kurumlar tarafından işlevi kontrol altına alınmak amacıyla yapılan birçok girişime tabi olur. On yedinci yüzyılda Fransız yaşamının sıkı denetimini anlattığı bir metninde Rocker, 1629’da Akademi’nin kurulması örneğini verir ve kurumun, “dili ve şiiri, mutlakiyetin otoriter hırslarına indirgemek” amacını güttüğü yolunda yorum yapar. Aslına bakılırsa otoriteler, dile “ondan tüm gücüyle popüler tabir ve üslupları çıkarmak için uğraşan katı bir gardiyanlık” ile baskı yapan, üniter bir Fransız dili amaçlıyorlardı. Bu, dili geliştirmek olarak adlandırılıyordu: Gerçekte, dili özgünlüğünden yoksun bırakıp, sonradan kendisini zorla kurtarmak zorunda kaldığı doğal olmayan bir despotluğun boyunduruğu altına sokuyorlardı.”xx Bakhtin’in yaklaşımında ele aldığı sorunlar, (özellikle de dillerin ve toplumların, yeni türler ve perspektifler üzerinden yeniden hayat bulması üzerine yaptığı tartışmalarda) sadece tek biçimli dil uygulamaları geliştirmek adına verilen çabalarının tehlikeleri değil, aynı zamanda da bunu yapmanın imkânsızlığını belirtir. Hem Bakhtin hem de Rocker için, elzem olan dilin canlı özellikleri, tıpkı insanlar gibi, otoriterci baskı ya da kısıtlamadan korunmalıdır. Bakhtin der ki: “Dil –sözel sanatçının bilincinde yaşayan canlı somut çevre gibi- asla üniter değildir. Sadece normatif biçimlerin soyut bir dilbilgisel sistemi, somut olandan izole edilmiş, onu dolduran ideolojik algılamalar olarak, ve her canlı dilin özelliği olan bölünmemiş tarihi gelişim sürecinden izole edildiği sürece üniterdir.xxi Rocker da şöyle der: “Her tür yüksek kültür, eğer politik engellerle başarılı bir biçimde kendi doğal gelişimi içinde engellenmezse, sürekli olarak yapılanmayı içeren yaratıcı dürtüyü yenilemek girişimindedir.” Ve Rocker’a göre kendi hallerine bırakılmış insanların tembelce, zamanın parmakları arasından akıp gitmesine izin vermesi, başarısız bir korku taktiğidir: “Her zaman ve her yerde aynı yaratıcı dürtü, harekete açtır; sadece ifade türü farklılık gösterir ve çevreye adapte olur.”xxii

Bakhtin’e göre diyalojizm doğaldır; fakat (resmi ya da otoriter söylem gibi) toplumsal kısıtlamalar tarafından baskı görme derecesine göre; aynı zamanda da sadece belirli, sınırlı türler (diyalojik roman gibi) içinde tam olarak söze dökülebilecek bir idealdir. Rocker, otoritenin, bu ideali ne derece tehdit altında tuttuğu ve bu yüzden de yıkılması gerektiği üzerinde durur. İki görüş de, topluma ulusal karakterin deli gömleğini giydirip onu yalıtabileceklerden korumak adına yapılan girişimleri destekler. Bu çaba, özellikle yetiştiği Almanya’da Nazi ulusçuluğunun yükselişine (ve haklı çıkarılıp tarihsel bir temel kazanmasına) şahit olan Rocker için dürtüsel bir durumdur. Bu ilişkiler, dilin evrim için sahip olduğu doğal eğilimi, tıpkı “sürekli değişim” halinde yaşayan “bir organizma” gibi, besler. “Dil, sadece diğer dillerden almakla, kültürel yaşamdaki sayısız etken ve iletişim noktalarından beslenen bir fenomen olmakla kalmaz, aynı zamanda da kendisine sürekli olarak değişen bir yığın kelime katar. Kelimelerde ifadelerini bulan kavramların rötuşları ve evreleri, oldukça yavaş ve fark ettirmeden değişime uğrar; bugün bir kelimenin ifade ettiği şey, böylelikle sıkça, insanoğlunun eskiden onu kullanarak ifade ettiği şeyin tam tersini anlatır.”xxiii Rocker’a göre, söylemi bağlamından ayırmak, politik, Bakhtin’e göre ise mantıksız bir eylemdir; her ikisi için de dilin kendisinin yaşamına bir tehdittir. Bakhtin şöyle der; “söylem, kendisinin ötesinde, canlı bir itki içinde… nesneye karşı yaşar; eğer kendimizi bu itkiden tamamen koparırsak, geriye sadece dilin, kaderi ya da toplumsal konumu hakkında hiçbir şey öğrenemeyeceğimiz, çıplak cesedi kalır. Sözcüğü bu şekilde incelemek, onun ötesine ulaşan itkiyi görmezden gelmek, psikolojik deneyimi, onu belirleyen ve yönlendiren gerçek yaşam bağlamının dışında incelemek kadar mantksızdır.”xxiv

O halde dili incelemek, onun tüm bağlamsal zenginliğini algılamaktır; ki buna tek bir dile diğer dillerin sızması da dahildir çünkü Rocker, “büyük oranda yabancı materyal içermeyen hiçbir kültürel dil yoktur ve dili bu yabancı materyalden arındırma çabası –eğer böyle bir arındırma gerçekleşebilirse tabii-, dilin tamamen bozulmasına yol açar. Her Avrupa dili, bütün sözlükleri doldurabilecek kadar fazla yabancı öğe içerir”, der.xxv Emerson ve Holquist’in de tanımladığı gibi, bu eğilim, Bakhtin’in “polyglossia” olarak isimlendirdiği kavramdır: “tek bir kültürel sistem ile/içinde etkileşim halindeki iki ya da daha fazla ulusal dilin eş zamanlı olarak varolması.”xxvi Heteroglossia tanımı, daha ileriye, farklı tipteki dil uygulamalarında, hatta verilmiş bir ulusal dil içindeki sayısız buluşma noktası üzerinden meydana gelen farklı dil katmanlarına kadar gider. Bakhtin’e göre, “dil, tarihsel varoluşunun herhangi bir noktasında, baştan aşağı heteroglot’tur: bir bütün halindeki şimdi ile geçmiş, geçmişim farklılaşan devirleri, şimdiye ait farklı sosyo-ideolojik gruplar, eğilimler, akımlar, çevreler, vb. arasındaki sosyo-ideolojik zıtlaşmaların birlikte varoluşunu temsil eder. Heteroglossia’nın bu ‘dilleri’, yeni, toplumsal anlamda tipik diller oluşturarak, birçok farklı yol izleyerek birbirleriyle kesişirler.”xxvii Yine, Bakhtin’in söylediği gibi, bu, dil araştırmacılarından, verilen bir söylemdeki tutarsız uygulamanın farklı tehditlerini sezmek görevine uygun bir metodoloji talep eden doğal bir fenomendir. Rocker’a göre, aynı fenomen, tehdit edilebilir ve bu yüzden de toplumun özü tehlikeye düşebilir:

Bütün dillerin gelişimi için, yabancı öğelerin kabulü büyük önem taşır. Hiçbir insan kendisi için yaşamaz. Diğer insanlarla sürdürülen her iletişim, onların dilinden kelimeler alınmasıyla sonuçlanır; bu, karşılıklı kültürel üretkenlik için elzemdir. Kültürün her gün insanlar arasında yarattığı sayısız iletişim noktası, dilde izlerini bırakır. Yeni nesneler, fikirler, kavramlar –dinî, politik, ve genelde toplumsal-, yeni ifade tarzları ve oluşumlarına önayak olur. Bu süreç içinde, en eski ve en gelişmiş olan kültürler, doğal olarak, daha az gelişmiş gruplar üzerinde güçlü bir etki sahibi olur ve onlara, dilde ifadesini bulan yeni fikirler katar.xxviii

Rocker, bazı durumlarda -fikir alınmış olsa da (ya da onun tabiriyle “ödünç-çeviri” olsa da)- belirli bir fikir için kullanılan yabancı ifadenin alınmadığını belirterek devam eder. O halde,

yeni kazanılan kavramı, elde bulunan materyalden daha önce kullanılmamış bir kelime yapısı oluşturarak, dilimize çeviririz. Burada yabancı, kendi dilimizin maskesinde bizimle karşılaşır, diyelim... [yarımadadan halbinsel, demi-monde’dan halbwelt, vs.] … Bunların, dilin gelişim süreci üzerinde gerçekten devrim niteliğinde bir etkisi vardır, ve bize, her dilin içinde belirli insanların ruhlarının yaşayıp çalıştığını savunan görüşün gerçek dışılığını gösterir. Gerçekte, her ödünç-çeviri, kendi kültürel çevremiz içinde –tabii eğer insan “kendi kültürü” diye bir şeyden bahsedebilirse-, yabancı kültürel öğelerin dile sürekli olarak nüfuz ettiğinin bir kanıtıdır.xxix

Bakhtin’in çalışmalarını, göç ya da mülteci incelemeleri alanı için yararlı kılan şey, konuşma topluluklar arasında maksimum açıklığı sağlamak gerektiği konusundaki ısrarıdır; dil ve konuşan topluluğun, varolan fikir ve konuşma türlerinin üretkenliği zayıflatan sınırları içinde donmuş bir şekilde kalmasını önlemek için. Bu eğilim –ki, genelde Devlet gibi kimi otoriter yapıların çabalarının ürünüdür-;

Sadece, ulusal bir kültür dışarı sımsıkı kapalı ve kendi kendine yeten karakterini yitirdiğinde, kendisinin, sadece öteki kültürler arasında bir başka kültür olarak farkına vardığında ortaya çıkar. Dil adına mitolojik bir duygunun tohumlarını atan şey, temeli ideolojik anlamın dille füzyonu dayanan, bu bilgidir; dil sınırları (toplumsal, ulusal, semantik) adına şiddetli bir duygu ortaya çıkacak, ve ancak o zaman dil kendi öz insanî karakterini açığa çıkaracak; kelimeleri, biçimleri, üslupları, ulusal anlamda karakteristik ve toplumsal anlamda tipik yüzlerinin arkasından ortaya çıkmaya başlayacak; konuşan insanların imgeleri… Artık anlam ve gerçeğin oluşturduğu çok kutsal ve tek birlik olarak algılanmayan dil, sadece anlam üzerine hipotezler geliştirmek için birçok olası yoldan biri haline gelecek.xxx

O halde, dilin heteroglossia’sı, insanların iletişim halinde olduğu durumlardan beslenir, ve bu heteroglossia’nın algılanması, dilin aslında nasıl işlev gösterdiğini daha iyi anlamamızı sağlar. Bu demek oluyor ki, kültürleri birbirinden yalıtmaya ya da (örneğin) ulusçu hırslar adına kültürün standardize edilmiş bir versiyonunu empoze etmeye çalışan otorite yapıları, Bakhtin ve Rocker’a göre, baskıcı güçlerdir. Rocker’ın, kültürün nasıl canlandırıldığı konusundaki görüşleri açıktır: “Kültürel yapılanmalar ve toplumsal hareketlilik her zaman farklı insanlar ve ırklar bir araya geldiğinde ortaya çıkar. Her yeni kültür, farklı ırksal öğeleri içeren bu tip bir füzyonla başlar ve kendi özel biçimini buradan alır.” Burada, hem yabancı öğelerden (polyglossia) hem de kültürün farklı katmanlarından (heteroglossia) bahsettiğini dikkat edin. Ve kültürleri yalıtma çabalarının, Rocker tarafından güzel bir biçimde tarif edildiği gibi (tabii Bakhtin için de aynı şey söz konusu), “soy-içi üretimi” ile geriye götürdüğüne de dikkat edin: “Tüm deneyimler,… soy-içi üretimin önlenemez bir biçimde genel bir tekrara, kültürün yavaş yavaş yok olmasına önayak olduğunu gösterir. Bu anlamda, durum, insanlarda da böyledir. Kültürel gelişimi içinde kendi insanlarının yaratımlarına güvenmek zorunda kalan bir adam ne kadar zayıf bir gelişim kaydederdi!” Toplumlar, ilişkiler gibi, sürekli olarak farklı etkilerle canlandırılmalı ve beslenmelidir. Rocker, daha güzel bir metninde der ki: “Yeni yaşam, sadece erkeklerin kadınlarla birleşmesinden doğar. Tıpkı bunun gibi, bir kültür de, sadece temsilcilerinin damarlarındaki taze kanın dolaşımından doğar ya da üretilir. Tıpkı, birleşmeden doğan çocuk gibi; yeni kültür biçimleri, farklı insanların ortak üretimi ve yabancı başarılara ve kapasitelere duydukları ruhani sempatiden doğar.”xxxi Bunun ışığında, Bakhtin’in dünyasındaki herhangi bir “orijinallik” fikri, yanlış varsayımlara dayanır, ve Rocker’a göre, politik nedenler (ulusçuluk gibi) için eskilerin izini takip etmek, eşit derecede tehlikelidir çünkü saflık, bir şeyler alınabilecek ilişkilerin ve bilginin olduğu yerde bulunur:

Her zaman atalarımıza bağımlıyız, bu yüzden de bir “ulusçu kültür” fikri yanlış yönlendiren, tutarsız bir fikirdir. Hiçbir zaman, kendi gücümüzle elde ettiğimiz ile başkalarından aldığımız şey arasına bir çizgi çekebilecek bir konumda olamayız. Dinî, ahlâki, felsefi, bilimsel ya da sanatsal olsun, her fikir, onlarsız düşünülemeyecekleri öncülere ve liderlere sahip oldular; ve en başlarına kadar geriye gitmek imkânsız. Neredeyse her ülke ve insan, onların gelişimine bir katkıda bulunmuştur.xxxii

Bu, tüm kültürel ve dilbilimsel çizgiler içindeki insanların dizginsizce birliğini savunan bir argümandır. Ve –Bakhtin ve Rocker arasındaki bir başka kesişme noktası olduğu kadar-, metinlerarası incelemeler için ve onları besleyen bir çalışmadır:

Bir insanın içsel kültürü, başka insanların başarılarını algıladığı ve aklını bunlarla zenginleştirdiği ölçüde artar. Bunu ne kadar kolay yapabilirse, aklî kültürü için de o kadar iyi olur; kültür insanı yakıştırmasını o kadar çok hak eder. Kendisini Lao-tse’nin ince zekâsına kaptırır ve Vedik şiirlerinin güzelliğinden zevk alır. Zihni, Binbir Gece’nin gizemini çözmeye çalışmadan, şarap sever Ömer Hayyam’ın sözlerini, ya da Fîruzi’nin muhteşem kıtalarını içsel bir coşkuyla, kana kana içine sindirir… Tek cümleyle özetlemek gerekirse, o her yerde kendi evindedir, ve bu yüzden de kendi topraklarının değerini nasıl bileceğini çok daha iyi bilir. Yargısız bir gözle, tüm insanların kültürel varlıklarını inceler ve böylece, tüm zihinsel süreçlerin güçlü birliğini daha açık bir şekilde gözlemler. Ve varlığını kimse ondan çalamaz; onlar, devletin yetkisinin dışında, dünyanın güç sahiplerinin istemine bağlı değildir. Yasa koyucu, ülkesinin kapılarını yabancıya kapayabilir, fakat onu, her yurttaş gibi insanların hazinesi, zihinsel kültür, üzerine talepler yapmaktan alıkoyamaz.xxxiii

Bu senaryoya göre, bir sanatçı, belirli bir yer ve zamana ait “zihinsel kültürü”, çağdaş deneyimin dışında duran bir şey geliştirmekle değil, varolan heteroglossia’nın varolan akımlarını eşsiz bir tarzda ortaya koymakla yayar. Bakhtin ve Rocker, sanatsal bir çalışmanın orijinalliğinin, onun biçimi –halihazırda varolan ipleri birbirine bağlarken izlediği yol- olduğunu içeren bu fikir konusunda açıklardır. Morson ve Emerson, Bakhtin’in sanatçı üzerine fikirlerini şöyle anlatırlar:

Bakhtin’in en değer verdiği sanatçılar, insanlığın dünyayı yeni biçim-verici ideolojiler üzerinden canlandırma yollarını zenginleştiren sanatçılardır. Goethe’nin muhteşemliği, anlatı türlerinin ilettiği zaman duygusuna yaptığı katkıdır; Rabelais, roman türünün geleneklerini sezip popüler toplumsal biçimleri değerlendirmek konusunda belirleyici bir rol oynamıştır. Bakhtin, aynı zamanda Batı düşününün beşeri ilimlere yaptığı en değerli katkının türler konusundaki zenginliği olduğuna inanır. Bu bağlamda onun, yerel ekoller, bireysel yazarların psikolojileri ya da toplumsal çatışmaların “yansıması” üzerinde duran edebi tarihler konusundaki sabırsızlığını anlayabiliriz. Türlerin zekâsını keşfetmek için yeni yollar bulan eleştiri, çok daha fazla katkıda bulunabilir.xxxiv

Biçimlerin yaratımı, yazarı tarif ettiği dünyayla aynı düzlemde uçağa koyar; o, geçen giden kronotop’un içine derinliğine gömülüdür. Bu, yine, Rocker’ın yaklaşımıyla tutarlılık gösterir:

Pek tabii ki sanatçı, yer ve zamandan bağımsız bir noktada durmaz; o da, diğer çağdaşları gibi sonuçta bir insandır. Egosu, soyut bir imge değil, içinde toplumsal varlığının her yanına ayna tutulan, etki ve tepkinin iş başında olduğu, yaşayan bir varlıktır. O da, zamanının insanlarına binlerce iple bağlıdır; onların dertlerinden ve neşelerinden kendi kişisel payını alır; ve yüreğinde onların hırsları, umut ve dilekleri bir yankı bulur. Toplumsal bir varlık olarak, aynı toplumsal güdüyle donatılmıştır; yaşadığı, çalıştığı ve ürünlerinde ifade bulan tüm çevresi, karakterine yansımıştır. Fakat bu ifadenin kendisini ne şekilde ortaya koyduğu, sanatçının ruhunun etrafından aldığı etkilere karşı ne şekilde tepki verdiği; kendi yapısının, özel karakter donanımının, kişiliğinin belirlediği bir sonuçtur.xxxv

Fakat bir yazar, bir toplumun “toplumsal söylemine” ne kadar uyumlu olursa olsun, yine de yönetici sınıfların empoze ettiği sınırlamalar ve toplumsal örgütlenme biçimine bağımlıdır. Yazarların, diğer tüm insanlar gibi, bağımlı olduğu sınırlandırmalardan biri, kanundur; Bakhtin’e göre bu nokta önemli olduğu için -“anarşi” ile “kaos”u birbirine karıştıranlara göre de önemli bir karmaşa olduğu için-, Rocker ve Bakhtin’i yasa konusunda karşılaştırmaya değer.

Bakhtin, özel olarak, yasal söylem, yorumbilimler, yasal yorumlama, mahkemede güç ilişkileri, itiraf, profesyonel söylemler, ve yargısal meseleler gibi yasal konuları tartışmaz. “Konuşan insanın konusunun büyük önemi, ahlâki ve yasal düşünce ve söylem evreninde apaçıktır”; aslında, “konuşan insan ve söylemi, bu alanlarda, düşünce ve konuşma için en önemli temadır.”xxxvi Bakhtin’in çalışmalarının her yerde, değişim, benlik temsili, söylemde güç, yanıtlanabilirlik, normlar, sorumluluk, dışarıya ait olmak ve otantiklik gibi, hukuk çalışmalarına bağlanabilecek konularla ilgilendiğini savunabilirim.xxxvii Burada, Bakhtin için önemli bir konu olan sorumluluğun, Rocker’ınki gibi, anarşi ile Rocker’ın “doğal hukuk” dediği şey arasındaki önemli ilişkinin açıkça ortaya koyduğu anarşist düşüncenin, ne kadar derinine işlemiş olduğunun altını çizmek istiyorum. Bu nokta üzerinde durmak, sorumluluk ve Bakhtin ile Rocker’ın çalışmalarındaki etik anlayışı üzerine bir tartışma geliştireceği gibi, sıkça anarşi ve kaos arasında varsayılan eşitlik konusunda da önemli sorular ortaya atacaktır.

Bakhtin ve Rocker’ın, hukuk ve sorumluluk konusunda yaptıkları tartışmalarda ikisinin de kültürel etkinlik konusuna sıkça yönelmeleri şaşırtıcı değildir. Bakhtin’in çalışmalarında, “dialojikleştirilmiş” alanın idealize edilmesinin nedenlerinden biri, resmi otoriter söylemin, insan kültürünün (doğal) dialojizmini sınırlamaya yönelik çabalarını zayıflatmasıdır. Dialojik romanlar, halk ya da karnaval alanları, Bakhtin için özellikle önem taşır çünkü bu yerler, dialojizmi güçlendiren ve böylelikle de toplumsal grubu besleyip canlandıran alanlardır. Rocker da toplumda “kültüRl güçler”e özellikle dikkat çeker; çünkü onlar

İstemleri dışında, keskin köşeleri canlarını yakan politik güç kurumlarının baskısına karşı isyan ederler. Bilinçli ya da bilinçsiz, sürekli önüne yeni korumalar koyarak, doğal gelişimlerini engelleyen katı biçimleri kırmaya çabalarlar. Fakat güce sahip olanlar, zamanın entelektüel kültürü yasaklı alanlarda kalsın diye, sürekli gözlem halinde olmalıdırlar; ve böylece de politik etkinlikleri engelleyebilirler. Biri daima ayrıcalıklı azınlığın, diğeri de toplumun çıkarlarını temsil eden bu iki rakip amaç arasında süregelen mücadelede; devlet ile toplum, politika ve ekonomi –kısaca güç ve kültür- arasındaki etki sınırlarının kurumlar tarafından periyodik olarak yeniden uyarlanıp onaylandığı bir temel üzerinde, yavaş yavaş belirli bir hukuki ilişki doğar.xxxviii

Burada, Bakhtin ve Rocker için (daha sonraki bir çalışmada incelemek istediğim bir konu), özgürlüğü desteklediği derece yasal olan bir hukuk meselesi ortaya çıkar. Rocker, doğal hukuk ile pozitif hukuk arasında yaptığı ayrımda bu konuya değinir.

Hukukta, öncelikle iki biçimi ayrıştırmak önemlidir: “doğal hukuk” ve “pozitif hukuk” denilen tür. Doğal hukuk, toplumun –devlet, sınıf ve kast sistemiyle ortaya çıkmadan önce-, henüz politik anlamda örgütlü olmadığı yerlerde ortaya çıkar. Bu anlamda hukuk, birbirleriyle özgür ve eşit olarak yüzleşen, aynı isteği paylaşan ve eşit saygınlıktan mutluluk duyan insanlar arasındaki ortak anlaşmaların sonucudur. Pozitif hukuk, devletin politik anlayışı içinde gelişir ve birbirlerinden farklı ekonomik çıkarlar ile ayrılan ve toplumsal eşitsizlik açısından farklı kast ve sınıflara ait olan insanları ilgilendirir.xxxix

Bu “pozitif hukuk” gücü, Rocker’ın dediği gibi, “kökleri zalim bir yaptırıma, sahip çıkma ve köleleştirmeye dayanan” ve böylelikle de “hukuki bir karakter” kazanan Devletin ellerine verir. Başka bir deyişle, mücadeleye legal çözümler getirmeyi, legal temeller üzerinde yapılanacak topluluklar kurmayı desteklemek, anarşist bir duruştan bakıldığında bile, gayet mümkün. Bakhtin okurken daha da önemli olan şey, Rabelais’nin kitabının (hukuki bir bakış açısıyla düşünüldüğünde bile), Bakhtin’in çalışmalarının geri kalanıyla tutarlılık gösteriyor olması (Morson ve Emerson’ın aksine iddiası aydınlatıcı değildir).

Ben, Rabelais and His World’de savunulan şeyin, yönetenlerin gücüne yönelik bir karnaval olduğunu düşünüyorum. Kitap boyunca, Bakhtin kahkahayı; resmi dogmayı yıkmak, resmi Devlet toplantılarını altüst etmek üzere bir festival, otoriter tavrı sorgulamak adına ayaklanmacı tutum için bir araç olarak savunur. “Sonuçlanmamak”, bu kitaptan öğrendiğimiz derslerden biridir; fakat politik anlamda, anti-otoriter fakat kaos yanlısı olmayan bir bakış açısından gelir. Morson ve Emerson, Rabelais and His World’deki Bakhtin’i, “tamamlanmış, sabitlenmiş ya da tanımlanmış her şeyin dogmatik ve baskıcı” olduğuna inanan biri olarak yorumlar.xl Aslında kitap, Devlet ya da keyfi resmi otoriteyi, tıpkı karnavalın yaptığı gibi sorgular. Resmî topluma zıt olarak, “karnaval; aktörler ve seyirciler arasında bir ayrım belirtmediği gibi, sahne ışıklarını da bilmez. Işıklar, bir karnavalı mahveder; ışıkların eksikliğinin bir tiyatro performansını mahvedeceği gibi.”xli Bu, yeni bir norm olarak sınırsız yönetimsizliği değil, yöneten ve yönetilenler arasında ayrım gözetmeyen kapsayıcı bir politika, insanların kendilerinin kontrol ettikleri ve sorumlu oldukları mekânlarında, ötekinin baskısından kurtarıldığı bir yer önerir. Morson ve Emerson, Bakhtin’in metinlerinde, “tüm günümüze kadar gelen ya da mâkul normların yıkımının değerli olduğu” karnavalı görür; aslında burada Bakhtin’in, yönetici-yaptırımlı normları sorgular; tıpkı, Morson ve Emerson’ın alıntı yaptığı bir başka Rabelais pasajında önerdiği gibi: “Kahkaha prensibi … gerekliliğin sınırsız ve koşulsuz değerini varsaymayı … yıkar. İnsan bilincini, düşüncesini ve hayâl gücünü, farklı potansiyellere açar.”xlii Aslında (ve işte Rocker’ın anarşist toplumuna bir bağlantı), özgürlük, doğal olarak kurtuluşla birlikte gelen sorumlulukları da yaratır:

Sadece özgürlükte, insanın içinde hareketleri ve ötekilerin haklarına dair sorumluluk bilici doğar; sadece özgürlükte tüm gücüyle o en değerli toplumsal güdü açığa çıkar: insanın, diğer insanların mutluluk ve acılarına duyduğu yakınlık ve tüm toplumsal ahlâkın, tüm toplumsal adâletin temellendirdiği karşılıklı yardımlaşmaya yönelim. Bu nedenle, Godwin’in çalışması aynı zamanda, devlet gücünün olabilecek en büyük sınırlamasını kazıyan ve özgürlükçü sosyalizm fikrinin gelişimi için başlangıç noktası olan o büyük entelektüel hareketin başlangıcı haline geldi.xliii

Otorite ve güç değil, mantık ve sorumluluk bireysel karar almada bir temel haline gelir. Ve bu hukuk fikri konusunda Rocker, farklı isimlere dikkat çeker; “insanın kendi mantığına danışmadan, bir hayvan gibi, kör bir şekilde herhangi bir otoritenin baskısı altına girmesinin sağlıksız olduğunu belirten” Richard Hooker ve “bilindik bağlayıcı ilişkiler, ilk insanlar arasında, toplumsal eğilim ve mantık algılamalarından çıkar” diyen John Locke. “Soydan geçen güce sınır koymayı ve bireyin bağımsızlık alanını genişletmeyi amaçlayan” diğerleri arasında, “Lord Shaftesbury, Bernard de Mandeville, William Temple, Montesquieu, John Bolingbroke, Voltaire, Buffon, David Hume, Mably, Henry Linguet, A Ferguson, Adam Smith” vardı. Birçoğu, “biyolojik ve konuyla ilintili bilimlerden etkilenmiş, bir orijinal toplumsal sözleşme fikrini benimsememiş” ve “devleti, toplumda ayrıcalıklı azınlıkların büyük kitleleri yönetimi için politik araç olarak görmüşlerdi.”xliv

Burada, Rocker-Bakhtin ilişkisinde en ilginç olan şey, tanımlanan anti-otoriterci toplumlarda gelişecek bireysellik ve yaratıcılığın altının çizilmesidir. Aynı zamanda, sorumluluk ve etik algılaması da gelişecektir, Rocker’ın dediği gibi, “kökleri doğal haklara dayanan tüm tasarılar, insanı, kendi bilincine duyarlı olması ve kendisini düşüncelerinden ve hareketlerinden mahrum bırakacak hiçbir otoritenin önünde eğilmemesi adına, toplumsal kurumların baskısından kurtarma arzusuna dayanır.” Bu tip bir toplumu, iki isim için de ulaşılması gereken amaç olduğunu düşündüğümüzde, bana göre Rabelais’nin kitabı -Bakhtin’in ve Rocker’ın son çalışmaları gibi- büyük popüler hareketlerin, güç ve otoriteyi, özgürlük tohumlarının (ve onlarla birlikte gelen her hareketin) filizleneceği özgür topluluklar adına, yıkmanın yollarını araması gerektiği duygusuyla canlandığı için, farklı bir parlaklığa sahiptir. Bu, sadece bir politik amaç değil, aynı zamanda da bireysel bir amaçtır; çünkü Rocker’ın (Godwin, Warren, Proudhon ve Bakunin gibi) söylediği üzere, “kişi, ekonomik olarak bir başkasının emri altındaysa ve bundan kurtulamıyorsa, ne politik ne de bireysel anlamda özgür olamaz.”xlv

Son olarak, hem Bakhtin hem de Rocker, bireyi desteklemeye çalışırken, tüm toplumsal alanı düşünmenin önemini belirten fikirleri bir yana, bireyin altını toplumdan daha çok çizerler. Bu, Bakhtin’in, toplumun nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiği üzerine görüşü ile Rocker’ın gözünde canlandırdığı toplum arasında bir tane daha kesişme noktasıdır. Anarşist görüş, arzulanan sonuçlar için olsa bile, hiçbir baskıyı kabul etmez; baskı, sonuçları ne olursa olsun, insanları eninde sonunda ayıracak bir güç ilişkisidir, Rocker’a göre baskı:

Tüm toplumsal birleşmelerin içsel güdüsünden –diğer insanların hislerini, kendisini o insanla ilişkili hissettiği için, anlayan sempati ve gerçeği gören anlayıştan- yoksundur. Kişi, insanları genel bir baskıya maruz bırakarak onları birbirlerine daha yakın kılmaz; aralarında yabancılaşma yaratır ve bencillik ile ayrılmışlık duyguları geliştirir. Toplumsal bağlar, ancak iyi niyete dayandıklarında ve insanların ihtiyaçlarından kaynaklandıklarında süreklilik gösterir ve amaçlarına uygun işlerler. Bir ilişki, ancak toplumsal birlik ve bireysel özgürlüğün artık ayrı bütünler olarak algılanamayacağı şekilde birbirine bağlı halde geliştiği şartlar altında mümkündür.xlvi

Burada, Bakhtin’in, çalışmalarında arzulanan türde olarak ele aldığı ilişkilerin –itiraf, açık açık konuşmak, diyalog- temelini değerlendirdik. Kahkaha, karnaval, diyalog, aşırılık, kendi istemlerini dayatmak için baskı kullananların oluşturduğu duvarları kırıp ötesine geçmek için kullanılan araçlardır; ötelerinde yatan şey ise, burada anlatıldığı gibi, hareket, yaratıcılık, ve ortak ilgilere dayanan aşk, şefkat ve sorumluluk ilişkilerine girebilme özgürlüğüdür.


Robert F. Barsky’nin Türkçe’de bir kitabı bukunmaktadır:

Robert F. Barsky, Bir Muhalifin Yaşamı: Noam Chomsky, Çeviren: Gülden Şen, Doğan Kitapçılık, Eylül 2001” adlı kitabın yazarıdır.


Notlar:



Hiç yorum yok: